Bu öykü @Üçüncü ile yazılmıştır.


Dev geliyor. Ayak sesleri yakından, gökten inen bir yıldırım gibi yeryüzünü parçalıyor. O geliyor, devler geliyor! Gök maviye boyandı her şey normale bindi. İnsanlar üstlerine kıyafet çektiler ve bebekler ağlamaya başladı. Oysa ağlamaları lazım, suratında olağanca mükemmel bir gülümsemeleri olmalı, nefes alışları ölçülü ve terbiyeli olmalı. İşte her şey normal! Hiçbir şey normal değil. İnsanlar hissediyor bunu. Her şafağın doğuşunda ayak seslerine alışmış kulaklar. Bekliyorlar. O geliyor. Dev kontrole gelecek insanlarını, bakacak onlara, evirip çevirecek, biraz koklar belki biraz da süzer sonra ise çekip gidecek. İşte geliyor kocaman ayak sesleriyle. Güm güm güm!  

Ve sonra bir bebek ağlamayı kesiyor ve annesi ‘’sen napıyorsun öyle!’’ diyerek ağzına vuruyor çocuğun. Çocuk ağlamaya başlıyor, oh diye derin bir nefes alıyor annesi. Oh diye derin bir nefes salıyorlar insanlar. Bizi kazığa mı geçireceksin diyorlar, uslu durmanın sırası değil diyorlar. Herkes ayak seslerinin yaklaşmasını bekliyor. Gri bulutlar mı toplanıyor yoksa, gök mü yarılıyor, düşen şeyler yağmurun damlaları mı?  

Ve sonra bir kadının bornozu açılıyor ve kocası çektiği gibi dudaklarına yapışıyor, kadının mahrem bölgesi bedeniyle kapanmış oluyor böylelikle. Oh diyor herkes yine. Bir tehlike daha bertaraf edildi. 

Ayak sesleri derin, gökyüzünde akıtılan yağmur cimri, tane tane bırakıyor damlalarını, yere düştüğünde kuruyup ölüme terk ediyor onları sonra kocaman bir kahkaha atıyor. Dev geliyor millet!   

Dev gelirken tüm bu aksilikler de neyin nesi. Herkes biraz korkak, biraz şaşkın birbirine bakıyor. Açıklarını arıyorlar birbirlerinin, hemen kapatabilmek devi sinirlendirmemek için. Her şey mükemmel olmayacak şekilde mükemmel olmalı. Bir bebek ağlamalı, çıplak kadınlar örtünmeli, erkeklerin sakalarını kesmemesi lazımdı. Devin siniri ağırdır, çöker mi üstünüze pestiliniz çıkar, sessiz olun ve itaat edin deve. O geliyor. 

Dev geldi. Teftişe başlıyor. Hane geziyor ve herkesi inciğine kadar tarıyor. Kaldırıp bakıyor, altlarına bum diye vuruyor parmağı ile sonra gülüyor. Gülerken ağzı burnu salya içinde, sarımsı iğrençlikler kocaman suratını ıslatıyor. Ağlayan bebelerin ağzına elini sokuyor hahahahah diyor. Yeşil ışıkları kırmızıya, etleri fasulyeye çeviriyor. Çok eğleniyor. Onun dünyası bu. Bunlar da bebekleri. Ve bunlar da saçma eşyalar. Onlarla istediği yapabilecek, kurallar kitabı elinde, her an değişebilir, mükemmeli oynayanlar aptal olabilir aniden. Burası onun dünyası, aptal olmak için bir nedeni yok insanların.   

Dev, çıplak kadını ve onun dudağına yapışık halde donmuş kocasını eline alıyor, inceliyor bir süre ve sinirleniyor. Bu hayasızlığa tahammülü yok. Parmağıyla sıkıca uçlarından tutup ayırmaya çalışıyor onları. Ama erkek sıkıca kavramış, kadın da tüm gücüyle tutmuş kocasını, dudakları bir köprü gibi birleşmiş, tek bir vücudun meyveleri onlar sımsıkı. Ama dev bu, güçlü hane. Birkaç ıkınmadan sonra ayrılıyor eşler. Ve ne görsün? Çıplak bir kadın. Gözlerini kapatıyor hemen dev ve avazı çıktığı kadar bağırıyor. Gözlerinde parlayan meme de ne oluyor öyle, kıllı bacak arası, sertleşmiş tuhaf bir şey. İğrenç hepsi olağanca iğrenç şeyler. Dev kükrüyor.  

Aeaaaeeaeeee! Diye.  

Anne dev görünüyor uzaktan koşarak geliyor ve evler hopluyor yerlerinde, küçük çaplı bir deprem oluyor. Uzakta okyanus küçük bir dansa tutulup kasabanın limanlarını yutuyor. Yağmur korkudan içine sinmiş bulutlarına kaçıyor. Eyvahlar olsun! Anne sinirli. Geldiği gibi çocuğunu kucağına alıyor ve kızgınlıkla bakıyor insanlara. ‘’Lanet olsun size!’’ diyerek yere tükürüyor. Tükürdüğü yerde evler parçalanıyor, ağaçların meyveleri çürüyüp toprağa yapışıyor. Ve geldiği gibi koşarak kucağında bebesiyle inine gidiyor. Az sonra kocasının ağır adımlarını duyuyoruz. Elinde tesbih sallayarak geliyor. Diğer eli belinin arkasında, uzun bir sakalı var, gözlerini kapatacak kadar iri kaşları; çatık kaşları öfkeyle yırtıyor baktığı yeri.  

Geldiğinde duruyor ve çömeliyor bir evin yanına. Evin bahçesi var. İçinde kolu gülleri, sarmaşıklarla doluşmuş balkonu, parlak ve temiz pencereleri var evin, kimsesiz olmadığını fısıldayan kuşları var damında. Evde ağlamayan o bebek var. Ama şimdi ağlıyor çünkü canı çok acıyormuş. Annesi tokatlamış, sessiz ol demiş ama bebek yaman birisi çıkmış işte. Ağlamış ve üstüne bir tokat daha yemiş. Bu baba devin ilgisini çekiyor. Bebeği parmaklarıyla tutup gözüne getiriyor. Şaşıran bebek ağlamayı kesip boncuk gözleriyle devin eşek gözlerine bakıyor. Ve olacak iş değil. Gülüyor. Bebek eheheh diye gülmeye başlıyor çünkü koca gözleri çok absürt buluyor, iri bir kömürcesine oradalar, küçük suratına bakıyor, ellerini uzatıp dokunursam kirlenir mi diye merak ediyor bebek. Dev sinirleniyor bu dengesizliğe. Kaşları çatılıyor. Bu gülüş midesini bulandırmış. ‘’Kes sesini!’’ diye kükrüyor. Elleriyle yere vuruyor. Tozlarından arındırmak için vurulan halı misali yeryüzü sallanıyor, eğilip bükülüyor ve evleri bir beşik gibi sallıyor. Bu ne hadsizlik!  

Bebek daha çok güldüğünde onu tuttuğu gibi annesinin kucağına fırlatıyor, yeter sizden bıktım diyor. Ve karısı gibi o da bir löp tükürüyor yere. Daha büyük bir tükürük bu. Düştüğü yeri yakıyor, eşiyor ve taşları deliyor. Kocaman bir çukur oluşturuyor tükürdüğü yerde. Bebek annesin titreyen elinde çukura bakarak tekrar gülüyor. 

Lanet olsun size diyor. Sizi yarattığı güne lanet olsun. O güne hep sövüyorum. Aptal sıkılmış ihtiyar, size niye ihtiyaç duyduysa artık... Şimdi sizi öldüreceğim, kemiklerinizi kıracağım, derinizi yüzüp dağlara fırlatacağım böcekler!  

Ve insanlar korkuyla birbirlerine bakıyorlar. Oyunun kuralları değişmiş ve farkında değiller. Hepsi donmayı unutmuş. Kaçacak yer arıyorlar kendilerine, ama kaçmayı da unutmuşlar, Dev çöktüğü yerden kalkıp eline geçeni ezmeye başlıyor. Ayağı da ona eşlik ediyor. Hiç acıması yok. Önüne geleni lap lap indiriyor. Sokaklarda öylece donanla kaçışanların gölgeleri kalıyor bir tek. Dev zıplıyor, kükrüyor, elleriyle yeri dövüyor. Yerde birkaç şey var, eziyor onları. Sonra çatıları elleriyle parçalıyor. Bahçesi güzel olmuş, gülleri varmış hiç umurunda olmadan gökyüzüne fırlatıyor.  

Nihayet herkes bittiğinde derin bir nefes alıyor. Oooohhh. Ve sonra inine dönüyor. Omzundan arkasına bakmamış bile. Yaratıcıya sövüyor. Çocuğuna bir beşik yapacak. Söz verdiği hatırlıyor baba dev.   

İşte devler gitti. Ve tüm insanlar da öldü. Gök turuncuya dönüyor, kendi rengine. Yarın yeni bir gün. Belki yağmur biraz daha cesurlaşıp bırakır kendini derelere, ağaçlar çiçek acar. Birkaç maymun tanrının buyruğuyla bir odunu bileyip ilk avını yakalar. Evlere taşınırlar, bahçeli ve gülleri olan evlere. Güneş tepedeyken tarla sürerler, bebeleri olur, sevdicekleri, büyürler. 

Ve gün gelir kurallar devlerin değiştiremeyeceği kadar kalın yazılır kayalara. Devler ininde birbirlerine şarkı söyleyip uyurken insanlar insan olmaya devam eder.  

Tüm bunlar olurken yaratıcı canı sıkılır ve oyunun kuralı yine değişi verir, kim bilir. Şu an tek bilinen gökyüzünün tekrar aynı cesur rengine bürünmesi, şimşeklerini gizlemiş, yeşil ağaçların arasında kırmızı çalmış, beşikte uyuyan bir devin suratını parlamış...  

Yarın yeni bir gün olacak sonuçta.