"Kime ne anlatarak bitirsem hayatımı, ölümüme bir şiir yamar birileri nasıl olsa artık"


Bir şairin ömrü kadardır iyimserliğimiz. Ne kadar yaşarsa, o kadar su veririz geçen günlerimize; kurumasın diye. Müsebbibi

dizelerinde gülümser bize, “çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım” cümlesinin nahifliğiyle...


Onun çağırdığı imgeler kadarız, yarattığı dünyaların kıyısında soluklanırız.Yaklaşık yirmi gün önce, her yanı dağılmış bir gazetenin bana ayrılmış gibi duran tek sayfası ilişti gözüme; sallanıp duruyordu rüzgârda. Açılmıştı uğursuz bir haberi bana

göstermek istercesine; oku diyordu, şaka gibi. Lime lime olmuş sayfanın sığ bir köşesinde kuru, hissiyatsız bir başlıkta adı geçiyordu: “Şair Didem Madak'ı Anarken...”

Göz ucuyla, aman ha, der gibi sakına sakına okudum yazıyı. Yazar, “ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi” sevdiren şairimin şiirlerini tasnifliyor, orasını burasını

çekiştirerek bitiriyordu yazıyı. Yoktu gidişine dair bir emare. Rahat bir nefes alıp "neyse ki..." dedim, getiremedim gerisini.

Oluyormuş demek yaşarken de anmanın böylesi. Su katılmamış bir saflıkla kötü bir anlatım bozukluğuna veresim, geldi. İnandım; yaşıyordu canım, olamaz

diye geçtim. Hem, yaşamalıydı, niye ölsündü ki? Onca şiirsizin yaşadığı şu dünyada, haksızlık değil mi? Günler sonra şom ağızlı bir merak dürttü birden: Ya öyleyse...? Baktım yirmi gün sonra

internete;


"Ah dedim sonra...Ah!" (*)


Şair Didem Madak öldü...


Bir ölüm metnini çoğaltmıştı siteler, aynı

ölüme matbu methiyeler... Ağırlaştım, kuş kadar hafif iyimserliğim uçuverdi. Demek, o yırtık gazete sayfasının meşum yazısı

gerçekti. Hepi topu yirmi gün fazla yaşattım, yaşar bildim kendimce. Yaslıyım şimdi, sebebim dizeleridir. Sebebim; kalbinin zar tutularak oynanan tarumar hayatında nar gibi erkenden dağılmasıdır.

Şimdi hüznüm yokluğunu imler. Yaşadığını varsaymak ne kadar kazançsa, yazdığını tek satır çoğaltamamak da o kadar acı...

Günün bu saati ölümü kadarım, o

kadar ıssız... Yıllar öncesinin Hayvan dergisinden başlar tanışıklığımız. Tozlanmış bir arşivin içinde bulup çıkardım da oturdum. Oturdum da ilendim dizeleriyle:


"Heceleme artık beni Allah'ım, bırak

okunaksız kalayım..."


Oysa:


"Bilirdim oysa, ilk badem ağaçları

çiçek açar baharda,

Bilirdim çiçek satan çingene kızlarını

Onlar bütün şimdileri, bütün

zamanlara

Bir gül parasına satardı

Oğlan kıza bir gül alsa

Bilirdim odur en kırmızı zaman

Adına aşk diyorlardı

Kalbimin doğusunda bir yalan dünya

vardı..."


Onbir yıl olmuş basılalı ve bulunmuyor artık raflarda ilk şiir ödülünü aldığı Grapon Kağıtları kitabı. Tek tük var "Ah"lar Ağacı", " Pulbiber Mahallesi".


Hangisini yazsam da, her dizesini cümle aleme duyursam... Elinde bir iğne, çiçekli şiirler işledi kanaviçesine... Şair oldu, yaşamak derdini döküp kendini deştikçe.

Üç şiir kitabı, üç yaşında bir kız çocuğu, kırk bir kere maşallah denilecek gencecik bir yaşta, çekilmekle bitmeyen bir "ah" kaldı

geriye.


Yakamda bir şair fotoğrafı daha...

Anısı yaşadığımızda saklı.


YAŞASIN ŞİİRİ...