KENDİM ETTİM KENDİM BULDUM


Bugün Pazar, bir şiirin bitirilebileceği en münasip gün. Bir yandan sardalye konservemi yerken, bir yandan da Zeyna ve Miss Marple’a söylemem gerekenleri kafamda toparlamaya çalışıyorum. İçimde her Pazar olduğu gibi kötü bir şey olacağına dair kuvvetli bir his. Ama yabancı değil ve hatta müptelasıyım.


"Kadehinde zehir olsa ben içerim bana getir." "Birleşebilir mi aşk ihtirasla. O güzel başını göğsüme yasla." Kötü şarkılara alıştım. Sebebini bilmiyorum.

Sebebim olacak belki çekyatın soluk alış verişlerini duyuyorum. Minder mırıldanıyor ve Zeyna dinliyor. Bambu masa gevrek gevrek gülüyor. Kilim emeklemek üzere, ne zaman yürür acaba? Bir albino olan Zeyna’yı kömürlük penceresi dilinde yazılan bir şeylerin içine sürüklemem ne kadar doğru. Miss Marple kırmızı tırtıl diline fena alıştı. Hiç, diyor, içeriden yazanla dışarıdan yazan bir olur mu? Bunu bir ayet gibi söylüyor. Yaşadığımız kömürlük penceresi süreci ak saçlarını karalatmış.


Tanrı olsaydı kesinlikle kitap yazmazdı. Olmadığını buradan anlıyoruz. Diyerek söze başlıyorum. Hayatın beni bir muallimeye dönüştüreceği daha ilk şiirlerden belliydi. Gitgide daha rasyonel işlere imza atıyorum ve bir nebze olsun saçmalamayı bıraktım.


Ey atları bir torba arpa için şaha kaldıran Allah. Bil ki onlar soylu hayvanlar. Bu dünyaya, yemeğin pişmesini, bebeğin doğmasını, çamaşırların kurumasını beklerken, çamaşırların kuruduğunu, yemeğin piştiğini ve bebeğin doğduğunu yazan bir kadının gelmesini diliyorum. Ayrıca bunları yaparken aklına mukayyet olmasını istiyorum. Ayrıca bebeğe de iyi bakmasını diliyorum. Sıkıntılardan bir ev kurup ayakta tutmasını istiyorum. Bir gün bu olacak. Kül tablasına attığım sakız yanıyor ve cızırdıyor. Sanırım burada her iyi şair gibi sigaramı söndürmem gerek. İyi şairler çekince uzayan laflar etmekten imtina eder, kendilerini fazla beğenmez, cinsiyetlerini de öyle herkesin gözüne sokmazlar. Zaten ben daima iyi bir şair gibi davranmışımdır. Tilkilerle olan sorunlarım dışında tereddütte kaldığım hususları cemiyet hayatına fazla yansıtmamışımdır.

"Kelimelerin azı dişini çekeceksin ki seni yemesin, kuyruğunu keseceksin ki başkalarını hiç sevmesin." İmza: Herşey Kontrol Altında.

Bu adamın adı Herşey, göbek adı Kontrol ve soyadı da Altında idi. Onun öğütlerini tutmadım. Kötü bir adam değil, sadece anlaşamıyoruz.

Zeyna ile neden oynayamayayım ki, neden Miss Marple gelemesin buraya. Gelene git diyemem zaten yalnızım. Bugün Pazar ya, keşke bir de dışarıdan hızar sesi gelseydi.

Sıkıntılardan bir ev kurdum yıllar sonra. Güzel günlerimiz oldu.

Ne parantez açmak isterdim ne bir virgül koymak. Onlara ne söylemeliyim. Bir şey söylemem gerekir mi? İnsanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler.

Zeyna ve Miss Marple hep çağırmadan geldiler. Onlar benim yalnızlığımın şeyhiydiler.

İrtibat numaralarını hep saklayacağım. Hep gelecekler. Keşke beni çağırsaydın demeyecekler. Bağırıp çağırmamanın türlü yolları vardır. İnsan yüzüne soğuk sular çarpmalıdır. Belki bir sakinleştirici almalıdır. Belki bir kediyi okşamalıdır. Bir film falan bulmalıdır televizyonda. Kısa ve kesik yazmalıdır. Susup oturmalıdır.

Kimseyi çağırmayın gelmeyecekler. Böylece rabıtaya oturmuş bir mürit gibi, gözleri fotoğraflarda kırmızı çıkan bir albino kediyi çağırıyorum. Pisi pisi.

Bismillahirahmanir.................

Pulbiber Mahallesinin ponpon kızları olarak şiirlerimizi sallıyor, mahalle takımını desteklemek için şarkımızı söylüyoruz:

pul pul acılar

bol bol yer gacılar

gollere doymaz

kalbimizde sancılar...

Takımımız devamlı yeniliyor, amigosu şair olanın burnu...

Ne yapalım. Elimizde bunlar var. Albino kedimi kirleten bu kömürlük penceresi dil var işte. Kirlenmeden olmuyor. Kirlenmeden yapamıyoruz. Böylece bulanıyoruz. Kömür tozlarına, çamura, kire pasa. Bunu istemiyoruz. Bunu istediğimiz için yapmıyoruz. Yapmıyoruz değil mi arkadaşlar? Aassslaaaaaa.

Ne kadar hijyeniksiniz, ne kadar stres topu bir şiiriniz var. Yettiniz ama artık. Çöl muhabbetiniz de yetti. Sardalye konservesi sever misiniz?

Zeyna sever. Ağzını burnunu yağlara bulayıp gelir. Beni öper.

Miss Marple yemek yemez, cinayetler çözer sonra onları yer.

Hiç aç kalmadığını söylüyor. Ben zaten kötü şarkılara alıştım.

"Bu dünyada ölüm varsa zulüm var." Var değil mi arkadaşlar?

Muutlaakaaaaaa.

"Hiçbir acının gücü sigaramın ateşini söndürmeye yetmeyecek."

Canım çok sıkıldığı için, yine kötü bir şey olacak hissine kapıldığım için, ama yine de bir hikâye uydurmayı beceremediğim için, sıkıntılardan kurduğum evi ayakta tutmak için Oyun kurucusu oldum. Şiir ithafkârı oldum. Kötü şarkıları sever oldum. Pulbiber Mahallesi vakanüvisi oldum ki, vak’a, vak’a. vak’a. Ve vah vah vah. bizde her şey fazla var. lazımsa verelim.

İşte elimizde bu var. Kolonların çatlaklarından başını çıkaran delilik belirtileri imzalamam gereken belgeleri uzatıyor. Ben de imzalıyorum. Hepsi bu. Bu oyunun kurucusu benim. Hadi topu at. Tut topu tut. Kurallar asit. basit. kısa. kesik. önemsiz. ciddiyetsiz. kirli.

Ben kırmızı tırtıl dili gördüm. bize geldi. siren sesleri arasında. Her şey bir arada ve aynı anda olmuştu. yangın çıkmış, yaralananlar olmuş, su basmış, ölen ölmüştü. aynasızlar vardı, tutuklamalar vardı. ey beni dili kesik bir korku filmine esas kız yapan hayat! bak küfrün sokaklarında lambalar yandı. ben sesleri birbirine uyduğu için yalnızca perşembeleri endişelenen bir şair değilim. bilesin ki devamlı endişeliyim. bilhassa pazarları. İzmir’deyken eski günlerde. benim eski günlerim İzmir’de kaldı. işte o günlerde Pazarları pazara çıkıp sebze ve meyveleri rengârenk bir eski düğme kutusu gibi karıştırır ve rahatlardım. bilhassa inanmaya inanırdım. ümitvardım. ümitvarların acısı büyüktür. o zamanlar inanan bir ümitvar acısı ile ağlardım. dilimdeki tutuklama İstanbul’da başladı. bazı geceler dilimi tutan pası ovar ve inançlarımı geri isterdim. ümitvar acılarımı geri isterdim. benimle konuşmalarını isterdim. bana söyleyin derdim. "beni böyle çaresiz, beni böyle derbeder" bırakmayın derdim. ben söyledim. böyle söyledim. kısa ve sert söyledim. bunu sadece ve sadece........

Tutuklamalar vardı. çünkü o zaman kırmızı tırtıl dilini kim kaybetmişti ki ben bulayım.

Yakup da bulmamıştı. beni tutuklamalar vardı. beni nereye koyacaklarını bilmiyordum. bilmiyordu. bilmiyorlardı. içimde dönüp duran gezegenleri seyrederken, gezmeyegen olmuştum. çakılıp kalmıştım. sert çakılmıştım. o zaman daha İstanbul yeniydi. çarptığım şehirdim. dilimi tutan pası ovalamak için dilimi çıkardığımda, ki şair dilini çıkarırsa onu kesmelidir. kestim. kesinlikle kesin bir dille ümidi reddettim. buna bir gün karşıdan karşıya geçerken karar verdim. çünkü çantasında sosyal fobi taşıyan bir avukat kadar mutsuzdum. çünkü çok çalışmam gerekiyordu ve depresyona girmeye vakit bulamıyordum. depresyona girememek nedeni ile çünkü öyle lop yumurta gibi. içimde kaskatı duran bir şeylerin varlığından kimseye söz etmiyordum. adliyelerde Kafka’nın ruhuna fatiha okuyarak dolaştığım günlerdi. çünkü çok içlenmiştim. çünkü gücüm, gücüme gitmişti. gül ağacım çünkü. ısrarım çünkü yaşamaktaki. gücüme gitmişti. çünkü. illaki yaşayacaktım. içlenmiştim. içli bir şey olmuştum. bağırmaya yakışmamıştım. ve zati yeterince bağırmıştım. salladığında buzların sesine alışmıştım. çok yürümüştüm. otuz altı numara ayaklarım bile bu dünyayı adımlayıp durmamı acaip karşılamıştı. buna hayret etmiştim. buna çok sevinmiştim. çok hayret etmiştim. ve sesi hayaletle iyi gider diye hayret eden bir şair değildim. hayalet gibi gezdim. yaprakların düşerken attıkları çığlıkları duydum. metruk evlere emrettim ve tuğlalar fırlattılar şiirin kafasına. Leman muhtar oldu mahalleye. ben mebus. roman düğünlerinde oy topladık. kimseye etmeden şikâyet, ağladık mahallenin istikbaline. kötü şarkılara alıştık. şiir ithafkârı olduk. uzun listeler çıkardık. şiir ithaf edersek belki iyileşir mahalledeki deli. belki şiir ithaf ederek dile, dile benden ne dilersen diyebiliriz.

Dilimizin pas rengi yelkenleri olacaktı. hayallerimizin dilinde tutuklamalar başlamıştı. amnezi. annemizin yerine geçip kötü anıların saçlarını taramıştı. aanılaaar. anılar....... duvardan geçer gibi geçtik içimizden. içimizde ezilmiş kediler gördük. yıkılmış evler. çocuklar ölmüştü. ölü bahçelerde. sabaha karşı işkembe çorbası içtik ve pulbiber dağılırken, bak ebru yapıyorum dedim. sarımsak kokulu ebru tekneme eğilip. Pulbiber Mahallesinin ebruzeni olmuştum. düşündüm. bu düşünmek beni renkli biri yapmıştı. bu sebeple hayra alamet de değildim. hayaletin dik âlâsıydım. mahallede karaborsa vardı ve sebebi bendim. içlenmiştim. sanırım artık içimde olduğunu hissettiğim bir meyveyi düşürmeli, altın yumurtayı yumurtlamalıydım ki, yoksa menopoza girecektim. çetrefildi. çektiğim ümitvar bir acı değildi. bağırmak yoktu. ağlamak yoktu. kusmak yoktu. pipisini göstermeyecek kadar büyümüştü. Zeyna’ya karne verdim. hepsi pekiyi. beslenme alışkanlığı, tırnak temizliği. hepsi. birmüddetbirkediyle yetinmek. yıldızlı pekiyi. bir şair değil şiir ithafkârı olduğunu kabullenmek. âlâ. pek âlâ. bu kadar kardeşim ya. işte oluyor. olay budur.

O zamanlar İstanbul yeniydi. Pulbiber Mahallesine taşınmasam eskimezdi. mahallenin leylası kim olsun diye beni seçtiler. Gözlerimin birine korsan yaması kestiler. aynaları yaldızladım sarıya. ağladım. bi faydası olursa. çekirdekler gibi çitledi beni şiirler. o zamanlar İstanbul yeniydi. vakalar vardı. hayırlı hayırsız. kimseye bi şey diyemezdiniz. burun kılları uzamıştı. ve hatta postiş yaptırmış idiler. ben o zaman şiir ithafkârı oldum, tırtıldilligil gibi oldum, kömürlük penceresi dili albino kedimle gayet iyi. karafatma bana ev verdi. allah razı olsun. kötü şarkılaralıştım. eyyvahh. eyvah. eyyyyyyyyvahhhhh. eyyyyyyyyyeee-

eyyyyyyy............................................

Eyvallah.


Pulbiber Mahallesi, S. 82-92