duvar, marlen haushfer'in romanından uyarlanmış ve bana göre bireysel bir varoluş mücadelesi…
hatta absürd'ün somutlaş(tırıl)ması…

toplumsal hayatta bireylerin etrafındaki soyut duvarın gerçek olarak hissedilmesi,  film boyunca giriş sahnesi sayılmazsa tek kahraman olan kadının bu duvarlarla çevrili alandaki yalnızlığı ve monolog şeklinde yaşadıklarını anlatması…

şeffaf bir duvarla çevrili bir dağ evinde kalan kadın kahramanın durumu fark ettiğinde kabullenmesi zaman alır ama bir süre sonra “buna alışmak zorundayım, ilgisizliğe ve her şeye yetmeye…” diyerek yalnız yaşamanın şartlarını dile getirir..
filmin tamamında somut bir yalnızlık işlense de modern dünyanın insanı soyut olarak -camus'nün yabancı'sında, kafka'nın dönüşüm kahramanı samsa'sında olduğu gibi- çevresine yabancı ve genelde yalnızdır…

kahraman, başka bir çiftlik evine ulaşmaya çalışırken karşına çıkan duvardan seslenir fakat, karşıda görünen yaşlı çift donmuş bir halde kalmışlardır, tepkisizdirler.. dolayısıyla seslenmeler cevapsız kalacaktır. iletişimdeki karşılıklılığı, etkin dinlemeyi yitiren günümüz toplumu, duygu kaybı sonunda tam da böyle tepkisizdir aslında..

durumu kabul edip hayatta kalmayı ve akıl sağlığını korumaya çalışır kahraman. başından geçenleri yazmasının sebebini de bu şekilde açıklar.
insanlıktan çıkmaktan korktuğunu söyler. insanlıktan çıkmak neye dönüşmektir ki..
hayvana dönüşmek olamaz zira kahraman, “hayvana dönüşmekten korkmuyorum, bir insan asla bir hayvana dönüşemez, insanoğlu hayvanın yanından geçip uçuruma yuvarlanabilir ancak.” diyerek insanlıktan çıkmanın hayvan olmaktan daha kötüye götürdüğünün farkındadır.
dağ evine giderken yanlarında gelen köpek kendisinin en yakın arkadaşı olmuştur artık, hatta bir süre sonra konuşmadan anlaştıkları kanaatine varır kahraman. köpek ve diğer canlılar ne ise odurlar ve sadakatlerinde sabittiler. köpeği için düşündüklerini söylerken de insan olmanın bazen ondan daha üstün olmadığını, hatta insanların kendilerini değerli hissettirenlerin köpeklerinin sadakati olduğunu dile getirir. önce bu sadakatten kendine pay çıkarmayı düşünse de “muhtemelen benim bir özelliğim yoktu ama kendini sahibine adamış köpeklerdendi. ben var olmaya devam ettikçe beni takip etmeye devam edeceksin, aç ve arzulu… tıpkı benim aç ve arzulu, bilinmeyen bir izi takip ettiğim gibi… bu oyunun nasıl bir şey olduğunu asla sormayacağız.” diyerek varsa bir üstünlüğün kendine, yani insana ait olmadığını itiraf eder.
filmin ilerleyen zamanlarında bir şekilde bir inek, bir kedi daha katılır. doğada hayatını idame ettirmenin yolu öğrenilir, duvarlar her yerdendir çünkü.
sorgular kahraman. insanın doğadaki yerini, rolünü “ormanda hayvanlar içinde yaptığı şeyi doğru ya da yanlış diye düşünen tek canlı benim. bazen karar verme yetimin olmamasını dilerdim. merhamet duygusuna sahip tek canlı benim.” diyerek diğer canlıların doğal yapıları ile farkını da bilir ancak bu durum insan türünün kendine yaptığı acımasızlığı, kendi türü içindeki iletişimsizliği engelleyememiştir; hatta daha vahim hale getirmiştir…
“en azından insanların bu doğal seyre dur diyebilecek zeka kapasiteleri var ama bu onları daha zavallı hale getirdi ve daha sevgisiz… her şey çok farklı yaşanabilirdi. sevgi kadar mantıklı bir dürtü yok. sevgi, sevenin ve sevilenin hayatını daha dayanılır kılıyor. ancak bunun bizim tek çıkar yol olduğunu zamanında fark etmemiz gerekiyor. neden yanlış yoldan gitmeye devam ettiğimizi bir türlü anlayamıyorum, tek bildiğim çok geç kalmış olmamız…”
absürdün yalnızlığı, aykırılığı, çevresiyle uyumsuzluğu kendine kesilen bir fatura gibi gözükse de türün fertlerinin bu davranışları, duvarı var eden herkes için yalnızlığın çok geçerli bir sebebi olacaktır aslında. bir tek insan gözükür filmin bir sahnesinde, artık bir aile olan bu topluluğun buzağısını ve köpeğini öldüren vahşi biri. oldukça kısa bir sahnede vardır zaten ve kahraman mukavemet eder, öldürür adamı.
yani bir tek insan girmiştir duvardan içeri, o da insanlardan uzak olup birkaç hayvanla aile olan kahramanın bu aile fertlerini, yani hayata dair bağlarını öldürmüştür. duvar gerekli gibi bile gözükür absürde.
yine de yalnızlığı derinden hisseder kahraman… hatta bir beyaz karganın kara kargalar tarafından nasıl dışlandığını, bunun ne demek olduğunu düşünür.
“dala konduğunda yok sayılan” beyaz karga neden dışlandığını anlayamıyordu. tek bildiği hayat buydu. sürüden sürekli dışlandığı için diğer kara kargalar gibi insanlardan korkmasına hiç gerek yoktu.
“ormanda onun gibi bir beyaz karga olmasını istiyordum, birbirlerini bulurlardı.” diyerek bu duvarların absürdün hayatını nasıl da zorlaştırdığını söyler bence.. 
bir şekilde yolu kesişsin ister kendini anlayacaklarla, kendisinin anlayacağı kişilerle.
camus'nün “mutsuz musun baba?” diye  soran kızına verdiği cevap geldi aklıma: “hayır, yalnızım…”