Yıllardan 1993.


Akıllı telefonların insanlık tarihine sunulduğu yıl, tarih sayfalarına adını yazdırarak büyük bir konu olmuştu.

Yıllar geçtikçe dijitalleşmeye yoğunlaşan insanlık, kendisini bu yoğunlaşmada kaybetti.

Adeta yapay zekanın kölesi durumuna gelmişti insanlık.


Her yıl farklı modellerle sunulan teknolojik aletler, insanlığın görgüsüzlüğünden faydalanarak milyarlarca sattı.


Ailemden duyduğum kadarıyla eskiden tek odalı bir evde otuz, kırk kişi kalınırmış.

O evde bir televizyon, bir telefon bulunurmuş.

Günümüzde bakınca her evde en az iki, üç televizyon; ailedeki her bireyin dizüstü, masaüstü, tablet bilgisayarları...

Birden fazla akıllı telefonu olan bireyler var.

Acaba biz mi teknolojiye sahibiz yoksa onlar mı bize?

Bu sorunun cevabı gayet net aslında.

2010 yılından itibaren araştırdığım bir şeyi sizlere bildirmek istiyorum.


Yeni evli bir çift, birkaç yıl sonra bir çocukları dünyaya geliyor, yine birkaç yıl sonra bu çocuk büyüyor.

Bu çocuk yemek yemiyor, ebeveynlerin en mantıklı çözümü; tablet, telefon...

Bu çocuk ağlıyor; yine tablet, telefon...

Bu çocuk parka gitmek istiyor, tablet verip o isteği ebeveynler bertaraf ediyor.


Aslında bir cümle ile de anlatılır. Bu uzun metin.

Eskiden sokaktan zorla aldığı çocukları şimdi sokağa zorla dahi çıkaramayan bir ebeveyn nesli geliyor.


Aradan on beş yıl geçti. Çocuk artık ergenliğin sonlarında, sosyal medyada bir şeyler paylaşmaya başlıyor, hedefi para.

Arkadaşı yok, ailesi yok, ailesine olan sevgisi yok. Tek isteği daha fazla para, ün, şöhret...

Bu çocuk dışlanmış birisi olarak büyüyor ve yalnızlığın çaresini bulamadan aklını yitiriyor.

Yalnızlık elde edilen bir mertebedir.

İnsan kendisi isterse hareketleriyle, egosuyla, açgözlülüğü ile yalnız olur.


İnsan yalnız doğmaz.

Ama yalnız ölebilir.