Zamanın birinde dikenleriyle ünlü bir gül varmış. Ne diğer güller kadar kırmızı ne de onlar kadar gösterişli değilmiş ama kendine has büyük ve keskin dikenleri varmış. Kardeşlerine kıyasla insanlar bu yüzden ondan uzak durmuşlar, güzel bir çiçeğin keskin tarafını görmek insanlar için acıymış çünkü. Günlerden bir gün, bu gül kendi yalnızlığını düşünürken kırmızılar içerisinde bir kadının ona dikkatle baktığını fark etmiş; yanında duran daha kırmızı, daha gösterişli kardeşlerine değil, doğrudan ona bakıyormuş, çok heyecanlanmış küçük gül ilk defa birisi ona böyle bakıyormuş. Fakat buruk şekilde anımsamış, onun dikenleri çok keskin ve uzunmuş kimse onu dikenleriyle sevmezmiş ki. Fakat kadın ona uzanmış, ellerini kanatmasına rağmen onu sıkıca göğsüne bastırarak tutmuş ve evine götürmüş. Gül inanılmaz mutluymuş kimseden görmediği değeri o kadından görmüş. Diğer çiçeklerin albenisine rağmen onu seçmiş, gül yavaş yavaş dikenlerine ihtiyacı olmadığını düşünmüş, artık kimseden korunmasına gerek yokmuş, kadının sevgisi her zaman onunlaymış çünkü. Onun canını yakmaktansa solmayı tercih edermiş. Ne yapmış ne etmiş dikenlerini görünmeyecek kadar küçültmüş, kadının onu daha çok seveceğini düşünüyormuş: ''Dikenlerimle bile beni kabul ettiyse bu halimi ne kadar çok sever kim bilir?'' Gül masumca böyle düşünürken kadın sonraki sabah gördükleri karşısında yüzünü buruşturmuş ''özel'' olarak gördüğü diğerleri kadar ihtişamlı olmasa da dikenleriyle diğerlerinden farklı olan, o seçtiği gül gitmiş yerine diğerleri gibi hatta daha solgun bir gül gelmiş. Gülü özenle sergilemek için koyduğu pencereden almış ve bir köşeye başka bir vazoya koymuş ve yeni bir çiçek almak için yola çıkmış. İşte gül o zaman anlamış, herkes ya sevdiğini ya da kendini kaybedermiş. Gül kendisini kaybederek sevdiğini de kaybetmiş ve günler içerisinde solmuş.