''Televizyon en geç altı ay içinde piyasadan silinecektir. İnsanlar her akşam

böyle bir kutuya bakmak istemezler.''


Twentieth Century Fox Başkanı Daryik F. Zanuck (1944)


Tarihin en unutulmaz gaflarından birisi olarak gösterilen bu sözü mutlaka

daha önce duymuşsunuzdur. Peki, neden her akşam böyle bir kutuya baktık?

Hatta zaman değişti, o kutudan sıkıldık daha küçük paketler yaptık ve ellerimizde onlara bakarak yürümeye başladık.

Artık sadece akşamları değil her an bakıyoruz, her an izliyoruz. Hem de hiç ayırt etmeden izliyoruz.

Politikacı, futbolcu, youtuber, manken, oyuncu, şarkıcı, kasiyer, garson, çoban, estetik cerrah, vajina beyazlatma uzmanı, fırıncı, psikolog herkesi izliyoruz.

Hiç ayırmıyoruz, herkes bir şeyler paylaşıyor ve biz de hepsini bıkmadan usanmadan izliyoruz. Özellikle içinde bulunduğumuz karantina günlerinde, televizyondan kopmuş nesiller olarak seçkin azınlıktan (celebrty) çok, bizim gibi sıradan insanların paylaşımlarını izliyoruz. Bir Tiktok videosunda dans eden

18-19 yaşındaki insanların arka planda oturan anneannelerini görmek sizde de

bir evi dikizliyormuş hissi yaratmıyor mu?


Merak etmeyin Cüneyt Özdemir gibi,

“Her yediğinizi paylaşıyorsunuz. Bize

ne sizin ne yediğinizden” demeyeceğim.

Bu yazıda “Yeni nesil de her şeyini

paylaşıyor. Mahremiyeti yok, tüh tüh” diye de yakınmayacağız. Daha başka

sorgulamalar yapmak istiyorum.

Öncelikle “Dikizleme Kültürü” tanımını açıklamamız gerek.


Dikizleme Kültürü, Hal Niedzviecki’nin 2009 yılında yazdığı “Dikizleme Günlüğü”

adlı kitabında ortaya attığı bir kavram.

Niedzviecki, 2008 yılında “Dikizleme Kültürü Çağı”nın başladığını iddia

ediyor. 2008’de Webster’s New World Dictionary editörlerinin “Abartılı

Paylaşım” tanımlamasını yılın buluşu seçtiğini ve o yıl itibari ile, abartılı

paylaşımlarla birlikte, dikizlemeye ve dikizlenmeye başladığımızı belirtiyor.


Sizce geçen her saniyede Youtube, Facebook, İnstagram ve Twitterde kaç

içerik paylaşılıyordur? Tabii ki böyle net bir sayı veremiyoruz ancak, farklı

istatistikler olsa da tahminlere göre Youtube’a dakikada 300 saatlik video

yükleniyor ve günde 5 milyar video izleniyor. Yani bu dakikada 300 saatlik

abartılı paylaşım, günde 5 milyarlık bir abartılı izlenmenin ürünü.


İşte “Dikizleme Kültürü Çağı” budur. İnsanlar dikizlemeyi ve dikizlenmeyi

istiyorlar. Çünkü insanlar için yeni “Özel” olma alanı bu platformlar oldu.

Çok özel ve benzersiz olduğuna inandırılarak büyütülen çağımız insanı

kendisini ve hayatını paylaşarak ünlü olacağını, herkesin ondan bahsedeceğini

ve sevileceğini düşünüyor. Bunun karşılığında da özel hayatını satıyor.


Özel hayatın ürünleşmesi


Herkesin kendi Youtube kanalı ve bu kanalı büyütüp para kazanma

hayali var. İngiliz sosyal bilimci Nichole Rose, modern insanın, kendi

halinde bir girişimciye dönüştüğünü; kendi hayatını ve ailesinin yaşantısını

ince hesaplarla bir yatırım aracına ya da şov programına çevirdiğini,

varlığını kapitalizmin bir ürünü olarak kurguladığını söylüyor.


Türkiye’de de babaannesi ile çektiği videolarla ünlü olan youtuberlara veya “Anneme intihar ettim şakası yaptım/kalp krizi geçirdi” başlıklı Youtube videolarına

alışığız artık.

Oysa eskiden bu tarz durumlar tabuydu ve aile büyüklerine saygısızlık, onları kullanmak, dalga geçmek olarak görülürdü. Artık böyle görülmüyor, çünkü her zaman söylendiği gibi zaman ve yaşam değişiyor.


Yıldızların doğuşu


İnsanlık tarihinde bu tarz büyük değişimler her zaman büyük buhranlar

döneminde ortaya çıkmıştır. Niedzviecki, “Dikizleme Günlüğü” kitabında

yine böyle bir değişim döneminden bahsediyor, artık Dikizleme Kültürü

Çağı’nın başladığını söylüyor. Kitabında daha da eskiye giderek “Yıldızların”

doğuşunu anlatan Niedzviecki, “Yıldızlar, insan hayatının bozulmasıyla

doğdu.

19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın başlarında sinemanın hayatımıza girmesi bunda etkili oldu. İnsanların taşradan şehirlere, eski dünyadan yeni dünyaya taşınması da bir diğer etkendi.

Kralların ve kraliçelerin boyunduruğundan kurtulup bürokrasi ve demokrasi kelimelerinin hiç gerekmediği halde sık sık tekrarlandığı bilime sığınmak

ise bütün bunların üstüne tuz biber oldu.

Her şey değişiyordu, böyle bir dünyada insan neye inanacağını bilemiyordu. Toplum sahtekârlaşıyor, kabileler dağılıyordu. Din saldırı altındaydı. İnsanlara bilgeliği kim

öğretecek, kim teselli edecek, kim neşelendirecek, kim saygılarını kazanacaktı?” diyor.

Günümüzde bu “Yıldızların” sönmeye başlayıp yeni kitle iletişim medyumunun kendi yıldızlarını yaratması da yine benzer şekilde bir belirsizlik ve buhran döneminde oldu.

Özel olduğu ve bir gün çok önemli bir kişi olacağına inanarak büyüyen ve üniversiteden mezun olunca asgari ücretle iş bulamayan nesil de kendi mecrasını ve yıldızlarını yarattı. Değişmeyen tek şey dikizlemekti.


“Anı Yaşa”


Peki, para kazanmasa ve ünlü olmasa dahi İnstagram ve Twitter’da hayatını paylaşmak? Paylaşanları izlemek? İnsanlar neden sürekli birilerinin hayatını dikizliyor?


Niedzviecki, eskiden insanların Big Brother’dan korktuklarını ancak şimdi herkesin Big Brother olmak istediklerini söylüyor. İnsanlar, neden Big Brother olmak istiyor?


Bu isteğin de güce sahip olmakla bir alakası yok, sadece insanların ne yaptığını

bilmek istiyor, onların üzerinde tahakküm kurmak gibi bir amaçları yok.

Çünkü kendilerinden ve kendi hayatlarından uzak durmaları gerek. Hayatta kendilerini bekleyen zorluklarla yüzleşmeleri onları mutsuz ediyor ve içinde

yaşadığımız 'hedonizm çağında artık hayatımızın mottosu “Tadını Çıkar” “Anı Yaşa” “Just Do It” gibi derinliği olmayan ve tüketime odaklı yapay sloganlar oldu.


Bu nedenle de dikizleyen insanlara kızamayız. Bu, gençlerin “Boş olduğu”,

“Hiçbir şeye ilgi duymadıkları” anlamına gelmiyor. Bu sorunun temelinde

sistemsel çatlaklar var. Artık, insanlar kendi hayatlarından memnun değiller ve hayatın gerçekliği ile mutlu olamıyorlar bu nedenle de sürekli bir şeyler izlemeli, birilerini takip etmeli, birilerine gülmeli, kendisini paylaşmalı. Bunları yapmayı bırakırsa yarınını düşünmek zorunda ve yarınlar çok karanlık.


Yazar: Ali Can Polat