Acıyordu.

Kalbiyle aklı arasında sonu gelmeyecek bir savaş başlamıştı.

Yutkundu.

Aldığı nefes sanki bir karanfil çığlığıydı. Sancılarla doluydu. Boğazına düğümlenen duyguların ağırlığıyla sokağa attı kendini. Kaldırımlardan medet umar olmuştu. Kördü gözleri.

Ruhu o kadar kararmıştı ki ağlayamıyordu bile. Acısını azaltabilmek için başka acılar beğeniyordu kendine.

“Burada her acı bir diğerinin habercisi.” dedi kendince.

Acıyordu...

Bütün uzuvları trampetler eşliğinde haşlanmış küfürler savuruyordu zihnine. Kalbi kayıp bir umut parçası.

Alışmıştı...

Her şeye alıştığı gibi buna da alışmıştı. Savaşmak yerine kabullenmeyi seçmişti. Sinesine doldurup başıbozuk hislerini, yaşamaya başladı sessizce. Kimseyle konuşmuyordu. Bir kendisi vardı bir de boşluk. Konuşmak rahatlatmazdı çünkü. Biliyordu bunu. Tanıyordu insanları.

Vazgeçmişti...

Vazgeçmeliydi, öyle de yaptı. Dünyaya sırtını dönen herkes gibi diline antik bir uçurum dolayıp sustu.

Tükenmişti acısı ve kederli adımları. Bırakmıştı yakasını;

Gidenin,

Hiç gelmeyenin,

Gitmekle hoşbeş olanın.

Ellerindeki bir avuç “keşkeyi” göğün sessiz ırmağına gömüyordu.

Ne yapabilirdi başka?

Başka ne yapılırdı?

İçinden gelenler dışından geçerken...

Anladı.

Bir ömür tükenmişti gözlerinin önünde. Gencecik bir kız karanlığa açmıştı yüreğinin kapılarını. İçini buruk bir özleme dayadı.

Eşikteki yaprakları temizlemeye yeltendi.

Yapamadı...

Anlamıştı.

Yaşamaktı bu savaş.

“Yaşatmak”

Solgun bir iç geçirdi.

Son buydu. Bu sondu...