şehirlerarası otobüs terminaline doğru yolculuktayım,
bir önceki durakta inip yürüyeceğim.
uzun bir süre oturacağım cam kenarı bir koltukta.
beni mutlu eden ve bir gece yarısı ağlatan her şey ile birlikte,
sevdiklerim ve nefret ettiklerim ile birlikte gideceğim.
beni boğan elleri yan koltuğuma koyarak,
soğuk bir molada, demli bir çay içerken de
seni sevmeye devam ederek geçireceğim tüm yolculuğu.
ne kadar oldu gitme fiilini bu kadar derinde hissetmeyeli?
belki de aklımı kaybettim,
belki de gitmiyorum, sadece gidiyorum sanıyorum.
belki ben beni yalnızca iyi hissettirsin diye,
kafamdaki her sese senin adını veriyorum.
bu sayrı yatakları,
kanlı elleri,
soğuk duş fayanslarını,
kırık aynaları ben seçmedim.
seçseydim sana bakılarak geçirilen bir ömrü seçerdim.
seçseydim güzel bir balkon, sıcak bir kahve seçerdim.
seçseydim sana istediğim her an ulaşabilmeyi,
yorulmamayı, kırılmamayı,
seni de yormamayı, seni de kırmamayı,
seçseydim çok iyi bir insan olmayı seçerdim.
sana layık olmayı, sana yakışmayı;
dila olmamayı...
ama bu benlik bana verildi,
bu ruh bana uygun görüldü.
istesem de bu kafesten çıkamayacağım.
kafamı bir tabut başlığına çarptığımda
ya da güzel gözlerin ölü yüzüme değdiğinde bile,
yine bu bedenle savaşacağım.
sınavlarımı, davalarımı, kavgalarımı,
günahlarımı ve türlü sevaplarımı
tanrı önünde bir bir açıklarken bile,
yine bu ruh içinde debeleneceğim.
çünkü dila olmak yalnızca bunu gerektiriyor.