Kimseye anlatamadığım yaşadığım baskın duygular, durumlar, hayaller dünyası yazılarıma hoşgeldiniz! Burada bir başıma yazıp arada bir geçmişe dönüp okuyan tek kişi ben olsam bile her geldiğimde güzel bir karşılanmayla neşelenmek istediğim için hoşgeldiniz diyorum. Öncelikle bunu bir yazı serisinin ilk kısmı olarak yazıyorum. Ve hiçbir şey planlı değil, akışında ne gelirse öylece akıp gidecek!



Gelelim benim kimseye anlatamadığım baskın olan ilk duyguma: Özlem! Aslında hepimiz çekmiyor muyuz bu özlemi? Hiç mi bizden uzakta sevdiğimiz şeyler yok? Bana soracak olursanız başucu kitabım benden 1 metrelik uzaklıktayken onu bile özlüyorum. Bir de bu uzaklıkların kilometrelerce olduğunu, özlemlerin kişilere ait olduğunu düşünecek olursak, vay halime. Nasıl oluşuyor bu özlem? Başlangıçta hiçbir fikrim yok. Ama zamanla bakınca etrafımı sarmış olduğu aşikar. Anlatıyorum dinletemiyorum, dinletiyorum kabul ettiremiyorum. Enteresan bir çıkmaza sokuyor beni bu duygu. Kim anlıyor, özlem duyduğum kişilere söyleyince ne değişiyor, çözümü ne, çözümü nerede? Hiçbir şey bilmiyoruz. Ya da bildiğimiz şeyleri dile getirmiyor, eyleme geçirmiyoruz. Belki de böylece sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapıp en kolay yolu seçiyoruz. Tek başıma bu durumu ve çözümünü halledebilir miyim diye düşündüğümde ise yine içinden çıkılmaz karmaşık bir hal alıyor. Zaten duygum özlem değil mi, eylemim özlemek değil mi, çözümüm kavuşmak değil mi?