Bir arkadaşının evine gidiyorsun. Tek yaşıyor bu arkadaşın. Daha dış kapıdayken bile bangır bangır duyulan bir müzik var. Kapının hafif aralık olduğunu görünce pek şaşırmıyorsun, biliyorsun ki bu çocuğun inatla insanlığa güvenmeye çalışan sapkınca bir yapısı var. Müzik sesinden olsa gerek içinde hafif huzursuzluk duyarak giriyorsun içeriye ve evin huzursuzluğunu arttıracak denli soğuk olduğunu hissediyorsun. Holden arkadaşına sesleniyorsun. Ses yok tabii. Duymamıştır müzikten, ah şu lanet olası müzik. Aslında apartman içinde bu denli yüksek sesle müzik dinleyecek bir insan değildi arkadaşın, hatta çoğu zaman apartman hayatına uyum sağlayamamış komşularından sitem ederdi. Gittikçe sabırsız bir şekilde uzun koridordan geçerek salona varmaya çalışıyorsun. Sesin kaynağına yönelmişsin istemsizce. Her adımda daha şiddetli ve agresif bir biçimde bağırıyorsun arkadaşının ismini. Sesinin titrediğini fark edince hepten kaybediyorsun soğukkanlılığını. Salona vardığında ilk gözüne çarpan şey dışarıda böylesi soğuk bir hava varken ardına dek açılmış pencere ve esen soğuk rüzgarla uçuşan perde oluyor. Müziği kısıyorsun hemen sonra. Fakat pencereyi kapatmaya yanaşmıyorsun. Müzik setinin yanında dikilmiş öylece açık olan pencereye bakıyorsun. Vücudundaki hiçbir kas, emrini tınlamıyor sanki. Şakaklarından kulaklarının arkasına hafif bir karıncalanma hissediyorsun solundaki masanın üzerindekileri görünce. Az önce burada biri vardı diyen yarım bir çerez ve arkadaşının milyon kez nefretini dile getirdiği bir şişe kırmızı şarap. Şarap gayet özenle açılmış ve buz dolu bir kabın hemen yanında belki bir kadehlik kadar ancak kalmıştı. Kadeh yok masada yalnız. Boş mutfak tezgahına doğru bakıp iyice sinirleniyorsun. Şu an arkadaşın içeriden gelecek olsa ilk işin kadehin nerede olduğunu sormak olurdu. Bütün bunlara neden takıldığını, niye şimdiye kadar telefonunu çıkarıp aramadığına sinirlendiğin sırada açık olan pencerenin altındaki kalorifer peteğinin üzerinde görüyorsun az önce bu kadehi biri tutuyordu diyen kadehi.