Lacivert gökyüzüne en çok yakışan parlak yıldızlar, şüphesiz evrenin en güzel manzaralarından biriydi. Öyle ki böylesine parlayan bir şeyin kayıp sönmesi bile bizlere göz kamaştırıcı geliyor belki de sönen ışığı ve evrenin karanlığında bıraktığı küçük çizgi izi dileklerimizin bir sembolü haline dönüşüyor, içimizde bir inanç doğuruyor. Yıldızların dolaylı olarak vesile olduğu inanç duygusu, bu evrende tahmin edemediğimiz kadar önemli bir şeydi. İnanç çok istediğimiz o şeyin hakikate dönüşmesinin ilk adımıydı. İnancın ne kadar sağlam olursa ilk adımın da o kadar sağlam olurdu. Peki ya bu içimdeki hüznün sebebi olan o çok istediğim şeyin, mümkün olduğuna inanmadığım için mi benim için bir yıldız kayıp iz bırakmadı? Yoksa bazen ilk adımı atsan bile, hatta çok sağlam atsan bile diğer adımları da öyle atacağın anlamına gelmiyor mu? Diğer adımlar çabayla, sabırla ve istekle oluşuyordu. Bende hangisi eksikti? Çaba mı, sabır mı? Evrenin çok istemek kavramına yetişemedim mi? Yoksa evren benim için iyi olmayacağını bildiği için mi yıldızlarını sımsıkı tutuyordu?