"Adem, biricik oğluna ilk olarak 'güç' kelimesini öğretti. Her gün defalarca tekrar ederek yavrucağın zihnine ekledi gücü. Yalnızca bu üç harfin bebeğe aktarılması onun zihninde hiçbir şeyi harekete geçirmediğinden söylediği kelimeyi bir sembol ile ilişkilendirmek zorundaydı. Böylece kelimeyi her söylediğinde bir anlığına bağırarak yumruğunu sıktı. Bebek her defasında ağladı. Ona öğretilen ilk ve tek kelime buydu."


İnsanın düşünebilme yetisine sahip oluşunu çok garip buluyorum. Yani kendimize ait kelimelerimiz var ve her birini çeşitli anlamlar altında kategorileştiriyoruz, ardından bu kavramlar sayesinde sınırsız bir düşünme alanının içine giriyoruz. Esasında insanı ne denli ilkel bulsam da bu eşsiz özelliğini göz ardı edemiyorum.


Dünyada birbirinden farklı binlerce dil kullanıyor insanoğlu. Çoktan unutulmuş veya yakın zamanda kaybolacak olan bir dünya dil üretmişiz. Peki ya diller olmasaydı? 


Şempanzelerin aralarında plan yaparak birlikte hareket edebildiklerini biliyoruz. Aslanlar geceleri çeşitli taktiklerle kalabalık gruplar halinde avlanabiliyor ve sırtlanlar daima bir arada iletişim hâlinde kalarak muazzam güçlere erişebiliyorlar. Mirketler herhangi bir tehlike anında diğerlerini uyarabilsin diye aralarından bazılarını gözcü olarak kullanıyorlar. Elbette bu iletişim örneklerini çoğaltabilir ve artık bunların basit içgüdü yöntemleri olmadığını iddia edebiliriz. Öyle olsa bile bazı canlıların uzman avcılık sistemlerini benimsemiş, iletişim hâlindeki varlıklar olduğunu söylemek pek de yanlış sayılmaz. 


Bunu en yetkin kullanan "insanın" yetenekleriyse şüphesiz tartışılmaz düzeydedir. Bu yetkinliği mümkün kılan şeyse evvela düşünceden dile geçişin muazzam seviyelere ulaşmasıdır. Bugün ulaştığımız teknoloji ve bilginin aktarılması dil, düşünce ve yazı birlikteliğiyle hayli gelişim göstermiştir ve toplum içinde sahip olduğumuz çoğu şeyin mümkün olması da yazılı dil sayesinde gerçekleşmiştir. Peki eğer herkese yalnızca bir kelime hediye edilseydi hâlimiz ne olurdu, hiç düşündünüz mü? Örneğin birinin "anne", diğerinin "baba" veya ötekinin sadece "taş" kelimelerine hâkim olduğu ve zihinlerinde bu kelimelerden başka, dile dair hiçbir şeyin olmadığını varsayalım. Yani elbette bir şekilde hayatta kalabilirdik ancak düşünme faaliyetlerinde gözle görülür bir eksiklik olurdu, değil mi?


Bugün her ne kadar dilin önemini fark etmesek de basit hâliyle günlük yaşantımızda kullandığımız kelimeler bile karakterimizi ve davranışlarımızı etkiliyor olabilir. Yani şöyle düşünüyorum, çocuklara yalnızca küfrü ve hakareti öğrettiğinizde onlardan karşılık olarak ne beklersiniz ki? Ortaokuldayken küfrü ağzından düşürmeyen arkadaşlarıma şunu sormuştum: "Dediğiniz şeyi gerçekten yapmayı düşünmüyor ve öylesine söylüyorsunuz değil mi?"


O yaşta söylediğimiz sözlerin ne anlama geldiğini elbette bilmiyorduk. Fakat bu yine hep popüler kalmaya devam etti. Lisede ve üniversitede hep birilerine hakaret etmeyi ve küfretmeyi sürdürdük. Esasında burada vurgulamak istediğim şey dilin bize ne öğrettiği ve dil sayesinde oluşturduğumuz kültüre odaklanmaktır. Yani aslında konuşurken ne yaptığımızın farkında bile değiliz. Dil sayesinde bilgilerimizi ve fikirlerimizi diğer insanların zihnine aktarıyoruz fakat tüm bunları yaparken diğerlerine neyi aktardığımızı hiç düşünmüyoruz. 


Dilerseniz daha açık konuşmak adına sıklıkla kullandığımız kelimeleri biraz inceleyelim. 


"Aptal, salak, mal, beyinsiz, şerefsiz, geri zekâlı, ezik, beceriksiz..."


Aslında karşı tarafı tamamıyla güçsüz kılabilmek adına söylediğimiz bu kelimeleri ne denli normal karşıladığımızın farkındayız. Yani herkes hakaret eder ve sinirlenince karşı tarafı küfür bombardımanına tutar değil mi? Muhtemelen çoğumuz bunu yapıyoruz. Ne yani bir iki küfrettik diye barbar mi sayılacağız diyebilirsiniz. Elbette buna göre karar veremeyiz ancak şu bir gerçek ki kullandığımız kelimeler sayesinde düşüncelerimizin şekillendiğini unutuyoruz. Yani zihninde diğerleri için sürekli "ezik" kavramını taşıyan biri hakkında olumlu şeyler söyleyemem muhtemelen. Aynı şey sürekli küfredenler için de geçerlidir. Dolayısıyla "söylediklerime" değil "yaptıklarıma" bak düşüncesi artık pek de inanılır gelmiyor bana. 


Bizler belirli bir kültürün içine doğuyoruz, dil ve kültür birlikte işlenerek toplumdaki bireylerin bir nevi karakterlerini de şekillendiriyor. Dolayısıyla buna bağlı olarak kişiler, öğrendikleri kavramlar doğrultusunda hareket ediyorlar. Yani metnin başında bahsettiğim gibi daha doğduğu andan itibaren yalnızca belirli öğretilerle büyütülen bir çocuk büyük ihtimalle yaşam görüşünü de o kavramlara göre şekillendirecektir. Çocuğunuzu katil yapmak istiyorsanız ona her gün bir bıçak göstermeniz ve bu iyidir demeniz yeterli olacaktır zannımca. Çünkü eğer bir şeyin iyi olduğuna inandırılırsanız ve bunu sorgulamak için yeteri kadar bilgiye yani kavramlara sahip değilseniz eylemleriniz de o yönde gelişim göstermeye devam edecektir. 


Elbette tümüyle saçmalıyor da olabilirim ancak bu üzerine düşünülmesi gereken bir konu ve toplumları anlamak bakımından da tartışılması elzem bir meseledir. Son olarak TDK'ye başvurarak halk dilinde kullandığımız bazı söylemlere değinmek istiyorum. 


"Adam gibi"


"Adama benzemek/dönmek"


"Adam olamamak/olmak"


"Adamakıllı"


"Karı gibi"


"Karı ağızlı"


"Kız başına"


Pisagor'un karşıtlıklar tablosuna bakarsanız bu kelimeleri daha iyi anlayabilirsiniz. Eril ve dişil olan karşıttır ve genelde kadın karanlık, kötü, zayıf gibi kelimelerle nitelenirken erkek tam tersi olumlu kelimelerle saygınlığını korumuştur. Esasında konuyu buraya çekmek istemiyordum fakat toplumdaki çoğu şeyin temelinde cinsiyet ve mülkiyet mücadeleleri olduğundan bunları da detaylıca konuşmamız gerektiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Nihayetinde uydurduğumuz kelimelerde bile maskülen ve feminen ayrımlarını kullanan insanoğlu için tüm bunlar birbiriyle bağlantılı ve çözümlenmesi gereken şeylerdir.