Gerçek hikayesi biraz mesafe koyunca zavallı insana, 

rehavet bir anda sandalyesinin kenarında belirip en yumuşak karnı olan hayâlinden enjekte olur insanın bildiği ilk lisana; 

Hayâl, insanın anadilidir. 


Rehavetle başlayan kendini kandırmaca avucunun içine alınca zavallı, hayâle düşkün insanı, 

ferle beslenen ama belli etmeyen bir kostümlü canavar gibi gözlerini güldürür artık hayatı yaşadığını sanan hayatsız insanın, beslenmek için;

Hayat, büyüdüğün yerin dilidir. 


Yaşamak ise evrensel bir yabancı dildir;  

Hayâl ve hayat doğduğunda ve büyürken seninledir ama yaşamayı bilmezsin. Bu ikisi 'Yaşamak'ın kursudur, okuludur. Hayallerini ve hayatı yaşamak istiyorsan, bu evrensel dili öğrenmen gerekir. 

(Kısacası yaşaman gerekir, en azından insanca.) 

Lakin öğrenemezsen yaşamayı, 

Hayâlin kalmaz; rehavet şeytanı düzenli olarak oturur hayat sandalyene, sen de kenarına tabii. Yumuşak karnını falan arayacak gücün bile kalmaz. 

Öğrenemezsen bu hayatı yaşamayı, 

ne hayâlin kalır elinde ne de hayatın. 

Dilsiz kalırsın.  

Elbet öğretirler kafana vura vura da olsa ama 

Dilsiz yaşarsın...