— Dimitri!
— Efendim beyim.
— Sesim ne kadar kötü geliyor değil mi?
— Biraz soğuk ve soluk geliyor efendim. Kelimelerinizle olan antlaşmanızı sessizliğinizle boğuşarak ödüyorsunuz. Sanırım, ölüyoruz efendim.
— Bilemiyorum Dimitri. Bildiğim sürece acı çekiyorum. Ben yaşamayı beceremedim bir türlü. Tırnak aralarımda şiirler saklıyorum. Acılarım sürekli işaret parmağıyla ayıplarımı yokluyor. Ayıplarımla yaşamayı öğrenemedim ben Dimitri.
— Efendim, bakın güvercinler kanatlarını bugün sizin için çırpıyor. Güvercinler ve beyaz flamalar yaşamanızı yeğliyor. Güvercinler için sandalyeden göğe doğru uzanmalısınız.
— Güvercinler beni sevmez Dimitri. Yalan söylemler, kabuk bağlayan yaralarımızı kabul görmemize müsaade eder. Güneş tepedeyken bütün gerçekler gözlerimize doğru eğilir. Doğrular ile yaşamayı öğrenmediğimiz sürece leylaklar bize hesap soracak.
— Leylaklar güzel çiçeklerdir efendim, hesap sormazlar.
— Dimitri! Ben yıllardır leylaklara kendimi ispat etmeye çalışıyor, ispat edemediğim zamanlar ufak parçalara bölünüp yok oluyorum. Ben yaşadıkça güzel yanlarımı yitiriyorum.
—Acaba yavaş yavaş ölüyor muyuz efendim?
— Bu soruyu her gün kendime defalarca soruyorum. Her defasında ölümün sugötürmez gerçekliği, ufak dokunuşlarla soğuk tenime hükmediyor. Şimdi senin bana yönelttiğin soruları bir kez daha kendime soruyor ve yanıtlar arıyorum.
— Acaba yavaş yavaş ölüyor muyuz Dimitri?
— Bu hiçliğimizin sonu nerede? Ha, soruyorum sana?
— Sonumuz güvercinlerin kanatlarından gökyüzüne doğru, her gün emekleyerek yol alıyor. Belki de ruhlarımız yol alıyor.