Sabah yataktan bir çekirge hissiyatıyla fırlayıp Iggy pop - the passenger şarkısını açıp, mükemmel bir hale geçip duşa girdim. Bilirsiniz insan her sabah böyle keyifli uyanmıyor zaten çıktıktan hemen sonra derin düşünceler “çok keyiflisin yeter artık bu kadar” diyerek bir dinazor edasıyla beynime hücum ettiler. 


Kendimle başbaşa kaldığım zamanlarda başaramadıklarıma, neleri kaçırdığımı çözümleyip, kendi kendimi mutlu etmeye, kendi elimden tutmaya, kendimle ilgili çözümler bulmaya odaklanıyorum ama bu sabahın köründe olmamalıydı diyerek bir anda “ışınla beni scotty” repliği çıkıyor ağzımdan. Sanki dingonun ahırına girer gibi beyin kıvrımlarımın arasına giriyorum. Yine bilirsiniz ki Sartre'nin meşhur “cehennem başkalarıdır” sözü var ya işte bazen insan kendi kendinin cehennemi oluyor ama bir şekilde kaçmayı başarıyor. Zaten ilişkiler öyle filmlerdeki gibi değil, herkes aynı şartlarda değil, kediler mutluymuş gibi ordan oraya atlamıyor, insanlar çalıştıkları yerde gün bitsin diye bekliyor ama bir şekilde kendi içimizde kendi cehennemimizden kurtulup, kendimizi güzelleştiriyoruz. Hem kendini güzelleştiremeyen insan başka yerleri nasıl güzelleştirecek ki? 


Hepimiz yıldız tozlarıyız. Bulanık zihinlerimiz, olan ve olmayan hayallerimiz, bizi asla yalnız bırakmayan ruhumuz ile birbirimize sarılıp, her şeyi aydınlatırız. Kim bilir belki tüm o şekli belli olmayan, sürekli savaş halinde olan ciddiyetlerimizden sıyrılıp, bizi sarıp sarmalayan, var olduğumuzu hissettiren “an”larda gözümüzü açarız


Güneşin batmaya yakın çevresinde turuncu ve kırmızı tonda renkler oluşuyor, işte tam o anlarda hepimizin içindeki çocuk bütün zincirlerini kopartıp özgürce hopluyor, zıplıyor, kendini oradan oraya atıyor, buna inanıyorum :) İçimizdeki coşkuyu, heyecanı, sevinçleri yani içimizdeki o çocuğu kim ne derse desin ömrümüzün sonuna kadar kaybetmeyelim... Güneş ardında ağaçların, bu yazıyı bitirme vakti geldi huysuzbirat’ın :))