Olacak ümidini taşıyan ne kadar seçenek varsa hepsini tecrübe ettim. Yılgınlıklarım oldu. Doğruldum tekrar koyuldum yola. Hep, bir sonra ki anın merakını taşıdım durdum içimde. Günlerin telaşına karışmak istedim bir süre. Belki ilgimi başka yönlere çevirirsem unuturum telaşını da yaşadım. Bazen şehir değiştirdim. Aynı semtlerden dolaşıp eve gelmek fikrini bile düşündüm. Bunu bile değiştirdim. Zaten ben evden çok çıkmayan biriyim. Evin havasını daha fazla soluyorum şu sıralar. Alışkanlıklar sıradanlaşmaya başladığı sıralarda işte, bu hal günlük bir konu olmaktan çıktı. Daha ziyade seni eksilten, zarar vermeye başlayan bir hal almaya başladı. Daha önce keyif duyduğun her anın gözünde çirkinleşmeye başlaması, her gün vakit geçirmekten zevk duyduğun masan bile, hele ki kitaplar bile sana uzak kalmaya başladıysa artık diptesin. “Dip” kelimesini hoş bulmuyorum.Kullanmaktan da çekinirim. Fakat kendi durumumun vahimliğini en iyi ölçen kelime. Net ve karanlık.


Bunca felaketin içinde kendi sahiliklerin de senden yitmeye başlayınca kontrolunu yitirmen an meselesi oluyor. Biraz uçurum kenarı sohbetlerini dinlemek istiyorsun. Devamlı dayatılan sınırlar gerçeği var. Kendi sınırlarını oluşturma gafletinde bulunuyorsun. Bir parça yol alamayınca da cesaretin korkularına karışıp kayboluyor. Hayatın bir yerlerine tutunarak ilerlemenin bıkkınlığı var. Hepimiz taşırız içimizde. En asgari seviyede de olsa korkusunu yaşarız. Bunca akıl kurcalayan mevzunun döndüğü bir ortamda, ki bu zihnin olur. Nasıl oluyor da her seferinde olacak ümidini yineleyebiliyorsun.Bunca sıradanlığın, korkunun ve telaşın içinde nasıl oluyor da ‘olacak ümidini’ diri tutabiliyorsun akıl sır erdiremiyorum.