Çıktım yola sonunu bildiğimi görmemezlikten gelerek. İçimdeki sesleri bastırdım duymasınlar, hissetmesinler diye. Verdikleri gülleri geri çevirdim bülbüllerin. Bütün aşıkların acısıyla yaşadım yaşattım günlerce. 

Olmadı,

Olmuştu, 

Oldu, işte şimdi oldu. 

Kimsesizliğin çaresizliğine doğan bir ağlama sesiyle başladı doğumum ve yayıldı, tüm şarap şişelerini kırdı gözler önünde. Meze olan kadınlara sonu görülebilen bir kaçış yolu çıkmıştı. Pis kahkahaların sesini kesen o tiz çığlık; geleceğe olan nefretimden doğup ses tellerimi, boğazımı adeta yararak geçmiş ve tüm nefretin çağrısını duyanların kulaklarından başlayıp her yerlerine işlemişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Hissediyordum ama kimse yüzüme vurmamıştı. Ta ki o güçlü çığlığa kadar, duyulamayacak kadar güçlü... Kavgaların, sessiz ağlamalarının, olmayan sevgilerinin kanıtıydı o çığlık, sadece duymadılar; hissetmekle de kalmayıp anlamak zorunda kaldılar. Anlamak ve değişmek… Kırılan şişeler, sönen aşıklar misali birleşmedi bir daha. Ve herkesin kalbine ekilen o fidan umut tohumuydu, o tohum bendim. Ve hepsini kötü ruhlarının iyiye alışmazlıklarına rağmen yendim. Bir mucizeydi her şey. Gibi değildi. Keşkelerin pişmanlıklarını iyi kilerin ayak sesleri bastırıyordu. O küçücük tohum herkesin adeta yeniden doğmasına önayak olmuştu. Ruhlar bildi bunu, ve bütün güzellikleri donattılar miniğe, miniğime. Orada büyüyen sadece fidan değil; ışık saçan, havada asılı kalmış kayan bir yıldız gibiydi. Ve o hissedip çaresizliği gitmek istediğinde kollarından, dağıtmak istediğinde çaresizliğini kimse dur demedi çıkıp yoluna. Sevmişlerdi onu, izlediler ve vakti geldiğinde bırakmışlardı umutsuzluk çemberinin tam ortasına. (Varoluşum yokuşunda bisiklet.)

Bütün kan kalplere dolunca bile bırakmadı kimseyi, savaştı. Felaketten sonra gelen mucizeydi o doğum. Herkesin muhtaç olduğu ve olmayacağını bilerek dilemedikleri dilekti. Hisler gerçekleştirdi. Hisler güçlü, çok… Çok güçlü. Ağaç gibi filizlenip parladı uzattı hayallerini göklere, zirvelere doğru. Herkese dokundu, bütün bulutlara, bütün yıldızlara. Yerin her tarafını suladı her gece gözyaşlarının parıltılarıyla (Çiy). 

Bebek doğduğunda ekilen umut tohumlarından filizlenen fidanlar sardı tüm evrenin etrafını ve genişledikçe genişledi. Bebek büyüdü, güldü, yürüdü, öğrenmeye başladı kanunları. Ve anlayınca boktanlığını hayatın bir daha ağladı, bir daha ve bir daha. Her seferinde sarsılan tüm evren patlattı kendini iki kurşunla ve saçıldı tüm umutlar etrafıma. 

Hepsini toplayıp çantama attım mezeleri, kadınları, kadehleri, şişeleri, fidanları, çığlıkları, varoluşum yokuşunda bisiklet süren tüm çocukları, hisleri ve tohumları… Çantama koydum, anladım artık, bu bendim ve bu benim kıyametim benim dirilişimdi.

Bu, benim sanatımdı. 


26.10.22