Ne tuhaf içimde bir sürü ben var sanki. Birisi hâlâ mucizelere, değişime, umuda inanıyor, diğeri sadece hissettiklerinin peşinden düşünmeden, korkmadan koşacak kadar uçarı, bir diğeriyse hep olması gerekenin, bize öğretilenlerin peşinde, katı kurallar, olması gerektiği gibi olmalı her şey derdinde, diğeri diğeri diğerleri belki onlarca ben... Gün oluyor hepsi kendi istediği olsun istiyor. Bir meydan muharebesi, fırtınalar kopuyor bir yandan. İçimin her yani kümülonimbus bulutlarıyla kaplı... Birkaç dakikada herşeyi yıkıp yok edebilecek kadar yüklü. Tüm bunların arasında bir başka ben var her şeye dışardan bakan, lütfen durun artık, susun diye bağırmak isteyip sesini duyuramayan. Barışçıl biraz, bırakın her şey olduğu gibi aksın sadece yaşayalım gitsin diyen. Sırılsıklam olmuş, savaşın ortasında ezilmiş, morarmış, kırılmış her yeri yine de ayakta durmaya çalışan. Dışımdaysa iki bacak var ayaklar, kollar, baş ve diğerleri ve bir isim ve başkalarının benle ilgili deneyimlerine dayanan fikirleri, çırılçıplak bile olsam karşısında, karşımdakinin gözünün gördüğü kadarını algılayabildiği bir et kümesi... Hepimiz bir arada yürüyoruz bazen benlerimle, bisiklete çıkıyoruz, oturup denize karşı yazılar yazıyoruz savaş yatışsın bulutlar dağılsın diye... Sonra bir tanıdık çıkıyor karşıma kendi içindeki kendileriyle ' selam naber diyor ' 'iyi senden naber' diyorum yüzümde bir gülümsemeyle 'iyi' diyor biraz laflıyoruz, 'senin keyfin de keyif valla' diyor 'sana hiçbir şey olmaz bu hayatta' içimde olanlardan habersiz 'görüşürüz' diyip ayrılıyoruz sonra. Günün sonunda hepimiz kendi benleriyle, savaşlarıyla başbaşa bir günü bitirip yenisi için uzanıyoruz yatağa... Dışardan bakıldığında gördüklerimizle kararlar alıp yol alsak da hemen her şey içimizde... Hiçbir şey olmuyormuş gibi görünse de çok şeyler olup bitiyor aslında...