Ne kadar gelişsek de ilkel durumlarımızın sunmuş olduğu tutum ve davranışları hep saklayacağız. Çünkü bu durum bizim hayatta kalmamızı sağlayan güçtür. İşte bu yüzden gelişim çatı altında yapmış olduğumuz tüm edim ve eylemler ne kadar tümel gibi gözükse aslında temelinde yatan tikel tatmininin göstergesidir. Kısacası yaptığımız ve yapacağımız bütün durumlar ego mastürbasyonundan öteye geçmemektedir. Peki insan bu davranıştan kurtulacak mıdır ya da kurtulmalı mıdır? Tikelin yörüngesinde oluşan tümel varsayımların geçerliliği ne derece önemlidir veya önemliyse kişi kabul görme ya da kabul görmemeye katlanabilecek midir?
Her olguya bireysel fazda yaklaşıldığında kişinin döngüsü çatışma halinde olmayacak mıdır ve bu çatışma yeni şeyler doğursa ya da öldürse de o savaştan kaçacak mıyız? Barışları imzalamak için yitip giden hayatların önemini ne zaman anlayacağız ya da bunu anlamaya çalışıyor muyuz? Çünkü insanın temel dinamiklerinden olan anlam ve anlamlandırma yetisi kaybedildiğinde; fonksiyonlarımızın insani kimliğini yitirmiş oluyoruz. Peki insanilikten uzak bir çağda sunulan yaşama dürtüsü ne kadar bize yani insana ait olacaktır? İnsaniliği seyreltilmiş bir evrende hayatta kalma becerimiz de evrimleşeceğinden, insanlığın yeni çıtası ne olacaktır? Çünkü her inşa süreci akla ve ruha dayanırken bundan vazgeçerek, kendiliğimizi homo roboticusların emrine verip yaşamak denilen eylemin yüreğine atom bombası atmış olmuyor muyuz? Unutmamak gerekir ki gelecek dediğimiz şey homo roboticusların ve bunlara sahip olanların vaaz ettiği bir dünyada insan kalabilmenin ölçütü bantta üretilen hatta seri üretime mahkum edilen insanımsı canlı formunun köleliğiyle devam edecektir.
Sonuç olarak; ne kadar ütopyalar var etmeye çalışsak da ister istemez distopyalara doğru yol alıyoruz ve distopyanın sunduğu ruhu o kadar içselleştiriyoruz ki farkına dahi varmadan kurallarına, yasalarına ve putlarına tapınır hale geliyoruz. O yüzden hala yaşıyorken ve yaşatıyorken hatta hissediyorken insan kalabilmek ümidiyle güzel düşler diliyorum...