Nasıl yabancılaşıyor insanlar? / hiçbir şey olmamış gibi / unutmak değil, başka bir şey bu…

C. Süreya


Bir terlik geldi kafama, saklandığımı sanıyordum oysa ben. Babaannem sinirli sinirli bağırdı terliğin ardından, çık dışarıya da arkadaşlarınla oyna, burada kocakarıların laflarını dinleyeceğine.

Oysa tatlı tatlı konuşuyorlardı mahallenin kadınları, ben de zevkle dinliyordum onları divanın altından. Dışarısı cehennem gibi sıcak, divanın altı ise oh mis, püfür püfürdü. Hiç de iç açıcı değildi gerçi konuştukları konular. Yaşlı olanların ölüme ait söyledikleri korkutuyordu beni, Azrail kime benziyordu acaba, sırat köprüsü boğaz köprüsü kadar sağlamdır inşallah gibi gibi sorulara da cevap bulamıyordum kendi kendime. Çok günahım var mıydı acaba? Geçen gün Müşerref teyzeme dil çıkarmıştım, bir de anneme yalan söyledim yemeğimi bitirdim diye. Eyvah, günahlarım da gittikçe artıyordu. Beni alırlar mıydı ki cennete?

Babaannem kulağımdan tutup attı beni sokak kapısından dışarı, git de çocuk olduğunu hatırla biraz, dedi bana. Oysa daha Müşerref teyzenin kocası ile ilgili konular açılmamıştı bile, ayıplı fıkralarından da anlatmamıştı daha. 

Sokağa çıksam da oyun oynamaktan zevk almıyordum ki, bütün çocuklarla aram bozulmuştu. Sokağa yeni taşınan bir aile vardı, bir de oğulları. Adı İshak’tı, ne biçim isim bu dediler, önce. Sonra evlerde dedikodu kazanı kaynamaya başlayınca da, bizden değilmiş onlar, dediler, İshak’ı oyunlarına almadılar. O oynamazsa ben de oynamam deyince, beni de oynatmadılar. İshak, ne kadar da uysal bir çocuktu aslında, hiç küfür etmez, hemen boynunu bükerdi, onu üzdüklerinde. Bir keresinde bana, ben alışkınım, sen üzülme, demişti. Gayrimüslim, ne demek diye sordum büyükanneme. Karışma her şeye, diye kızdı bana. Sen arkadaşlarınla da oyna, İshak’la da oynarsın arada bir canım, deyiverdi. İshak elinde paslı bir çivi atardı çamurlara tek başına, kendisini oyuna almayan mahalle çocuklarına baka baka. 

Bütün mahalle uzaktan dikizliyordu resmen İshak ve ailesini. O sıcacık mahalleli hemen maskelerini takmışlar ve gayet seviyeli ve mesafeli soğuk insanlara dönüşmüşlerdi, bir hoş geldine bile gitmemişlerdi yeni komşulara. Bütün insanlara, dilencilere, eskicilere bile iyi davranan, onları bahçeye davet edip, ağacın altına oturtup, dinlenin biraz, diyen ve de limonata, kurabiye ikram eden babaannem bile…

İshak ile arada onların bahçesinde buluşurduk, onunla sohbet etmek çok hoşuma gidiyordu. Bizim dinimiz farklı olduğu için, bizi sevmiyorlarmış galiba dedi bir gün bana. Çok ilginç geldi bana. Hayvanları nasıl da seviyorduk, onların dinleri hangisiydi acaba? Ya onların da farklıysa, sevmeyecek miydik artık kedileri, köpekleri? Babaannemin dediği gibi büyüyünce anlayacaktık kimin kimi neden sevmediğini?

İshakların evi yanımızda, Müşerref teyzeninki karşımızda. Müşerref teyzenin evinde ne yaşanıyor görebilirdiniz. Perdelerini hiç çekmezdi. Görmeseniz bile anlatırdı zaten her şeyini. Kocaman memeli, palamut etli, saçları hep topuz kafasının tepesinde. Ayıplı fıkralar anlatırdı, ben çoğunu anlamazdım. Babaannem sus sus çocuk var, anlatma, der, beni sokağa atıp tiz kahkahalarla dinlerlerdi Müşerref teyzenin fıkralarını.

İshak’ın annesi ile bir tek Müşerref teyze konuşurdu. Ben o kadını çok sevdim, o da benim gibi ezik biri, der İshak’ın annesine çaya giderdi. Ona kimse kızamazdı ama mahallede. O mahallenin Müşerref teyzesi, neşesiydi, hepimizin hayat iksiriydi. Ben onun bu yeni komşularımızı diğerlerine rağmen sahiplenişini, onun ayıplı fıkralarını, bir de mor göz farını çok severdim. Mor bu senenin modası sanır, Müşerref teyzem de modayı nasıl da takip ediyor, bravo, derdim. O mor gözlerinin altına da kıpkırmızı ruj sürerdi, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte. Mor farlarına dokunayım dedim bir gün, ahh, dedi. Babaannem yine kızdı bana, acıttın canını, dedi. Pencereden gördüklerimi hatırlayıverdim, kocasının tokatları, yumruklarının izleriydi gözlerindeki. Ağlayarak, niye kızmıyorsunuz Hamdi amcaya, dedim babaanneme. O da karı koca arasına girilmez, dedi.

Müşerref teyzem ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi gelir, şen şakrak havasına bürünürdü. Bir gün eteğini açıp kasığındaki kocaman çıbanını göstermişti bir kez, beni bu yüzden sevmiyor işte benim adam, demişti, hep bu çıban yüzünden, iğreniyor bundan, demişti.

Öyle bir mahalleydik işte. Yanımızdaki evde İshak’ın, anne beni oynatmıyorlar, neden ama neden, diye ağlamalarını duyar, karşı evde ise Hamdi amcanın karısını dövmesini seyrederdik. Alışmıştı mahalleli, sanki olağandı yaşananlar.

Ta ki o sabaha kadar. O sabah daha horozlar ötmemişti, guguk kuşu pencereme konmamıştı daha ve o gece baykuş hiç susmamıştı mahallede. Müşerref teyzemin bağırışları ile uyandık. Gitme Hamdi, bırakma beni, diye. Meğer Hamdi amca terk etmiş evi, seni boşayacağım, başka bir kadınla evleneceğim, demiş. Bütün gün mahalleli onu teskin etmeye çalıştı, sakinleştirmeye çalıştılar, geri döner bak üzülme diye diye… Kalbi kırık, gözü yaşlı kalıvermişti bir başına. Hiç anlamadım, oysa sevinmeliydi kurtuldu kendisini döven adamdan diye. Ne hareketli bir gündü, herkes geceye yorgun girdi, evine çekildi insanlar, kapılar kapandı, perdeler çekildi. İlk defa Müşerref teyzem de perdelerini kapattı o gece, şaşırdım.

Ertesi sabah ne de güzeldi hava. Bunaltıcı sıcaklardan sonra yağmur gelmişti sonunda. Biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı mahalledekilerin, hem havalardan, hem de yaşananlardan sonra… Öğlen oldu, dikkatim karşımdaki evdeydi, perdeler açılmamıştı, bekledim bir süre daha. Yok, açılmıyordu bir türlü… Anneme söyledim, git başımdan işim var, dedi. Babaanneme koştum, perdeler açılmadı, dedim. Anlamadı, ne perdesi, dedi. Müşerref teyzemin, perdeleri hala kapalı, dedim. Allah, Allah deyip çıktı benimle sokağa. Çaldık kapısını, açan olmadı. Seslendik, ses veren olmadı. Komşulara seslendi babaannem, toplandılar kapının önünde. Mahallenin delikanlılarından biri yüklendi kapıya, açılıverdi kapı. Koşuşturdu kadınlar içeri. Ahh, kötü şeyler oluyordu belli ki, çocukları sokmayın sokmayın, dediler. Birisi aldı bizleri uzaklaştırdı evin yanından.

Öğrendik Müşerref teyzemi gömdükten sonra, okuma yapılır ya, ben yine girdim bir divanın altına, dinledim mahalleli kadınları. Müşerref teyzem, kocası terk edince o kasığındaki çıbanı jiletle kazımaya kalkmış, senin yüzünden, senin yüzünden diye diye, kan kaybından ölmüş.

Yıllar da geçse hep gözümün önündedir, çocukluğumun mahallesindeki ötekiler. Müşerref teyzem ve İshak arkadaşımı düşününce kızarır yüzüm. Onlar sessizce çığlık atarlarmış gözümüzün önünde, kulağımızın dibinde, duymazmışız bir türlü.