Elindeki sigarasına aldırış etmeden konuşmaya devam eden Özgür’e baktı. Sigarasından derin bir nefes çekmek istiyordu. Sigara yandıkça gördüğü kızıla çalan kıvılcım, ömründen yitip gidenleri hatırlamasını sağlıyordu.

Neşet türlü türlü sıkıntılarla boğuşmaya alışkındı. Meslek hayatının en sıkıntılı günlerini yaşıyordu. 40’lı yaşlarının başında bir başına sürdürdüğü hayatının anlamsızlığına yanıyordu.

“Senin bir derdin var?” dedi Özgür.

Göz göze geldiler. Sonunda anlamıştı. Suskunluğunu bozmak istedi. Konuşamadı, yutkunamadı, gözlerini kaçırdı. Kalbindeki yalnızlık geldi aklına. Bugüne kadar kimseye aşık olmamıştı. Kadın kokusu yoktu hayatında. Aşk kapımı ne zaman çalacak diye düşündü. Düşledi. Düşlerini sonuçsuz bıraktı.

         “Bir sigara verir misin?” dedi. Ağzından çıkan ilk cümle bu oldu.

         Özgür elini cebine attı. Paketi çıkardı. Neşet gözüne güzel gelen dallardan birini dudaklarına götürdü. Özgür sigarayı yakmak isterken, çakmağı alıverdi. Kendi yaktı. Geri uzattı. Davranışına ne kendisi ne de Özgür anlam veremedi.

         Ciğerlerine duman dolduğunda, genzinde savrulan sigara tadına tutsak oldu. Bir fırt daha çekmek istedi. Kendini durdurmadı. Bir fırt bir fırt daha derken sigaranın filtresine kadar ulaştı.

         Özgür konuşmadan cebine koyduğu paketi tekrar çıkardı. İşaret etti. Neşet bu kadar yeter anlamında elini göğsüne koydu.

         “Söylesene” dedi Özgür, “Bu halin ne böyle?”

         Neşet tek arkadaşını, meslektaşını, güvensizliklerinin arasında gözleriyle süzdü. Baştan sona bir bakıştı bu. Sanki son kez görecekti. Gözleri doldu.

         “Ben sanıldığı kadar sağlıklı değilmişim” dedi.

         “O da ne demek şimdi?” diye yanıtladı Özgür.

         “Böbrekler iflas etmiş” dedi Neşet. “Diyaliz diyor doktor, nakil olmazsa 2 yıldan fazla yaşamazmışım”

         Özgür suskunluğa gömüldü. Neşet’in gözünden iki damla yaş aktı. Sağ ve sol gözünden akan yaşlara, midesine kramp şeklinde giren böbrek ağrıları eşlik etti.

         Sessizliğe gömüldüler…

                                                          ****

         Özgür koridorun başından öğretmenler odasına kadar koştu. Kapının önünde durdu. İçeriye baktı. Neşet yerinde değildi. Soluklandı. Sağa, sola bakınmayı sürdürdü.

         Öğretmen arkadaşları meraklandılar. Özgür koşmaya devam etti.

         Okulun bahçesine geldiğinde, öğrencileriyle voleybol oynayan Neşet’i gördü. Zorla solunan nefesini gizleyerek koluna girdi. Konuşmasını öksürüğü kesiyordu.

         Neşet, sakinleşmesini bekledi. “Su getiriyim mi?” diye sordu.

         Özgür gülümsedi. “Ulan nefes nefese kalmışım hala beni düşünüyorsun. Anlamadın mı? Sana bir haberim var!” dedi.

         “Nedir o haber?” diye yanıtladı Neşet.

         “Sana böbrek bulmuş olabiliriz”

         “Nasıl yani?”

         “Gidip kan verdim. Sonuçlar yarın çıkar dediler.”

         “Haber dediğin bu muydu?”

         Neşet başını öne eğdi. Kolundan ellerini çekti. Soğuk merdiven taşına oturdu.

         “Oturma lan oraya, böbreklerini üşüteceksin” dedi Özgür.

         “Olmayan böbrekleri mi?”

         “Öyle deme, sağlığına yine de dikkat etmen lazım”

         “Beni yalnız bırak kardeşim, sonuçlar çıkınca haber verirsin”

         “Ne demek!”

         Özgür koşar adım uzaklaştı. Neşet belindeki soğuğu hissetti. Ölüm soğukluğu acaba diyaliz cihazının koluna ilk kez temas ettiği anda verdiği ürpertiye mi benziyordu?

         Genç yaşta ölmek nasıl bir duyguydu? Ölünce bir an olsun dahi hissedemeyecek miydi? Beş duyu ölümün hemen ardından ortadan kalkıyor muydu?

         Özgür’ün tadını kaçırmasına kızdı. Boşboğaz dedi. Keyifli oyununu baltalamıştı. Ellerini soğuk taşların üzerine koydu.

         Voleybol oynayan öğrencilerini seyretmeye başladı.

                                                ****

         Hasta yatağı gıcırdıyordu. Parmaklarında kalan son güçle yatağın düğmesine bastı. Yavaş yavaş hareket eden yatağının dikleşmesiyle belindeki ağrıları azaldı.

         Kısmi bir rahatlamaydı bu. İflas etmiş böbreklerinin ağrısını midesinde hissediyordu. Kalbi ferahtı. Ölümün yaklaştığının bilincine ermişti.

         Ağrı kesiciler sarsıcı böbrek ağrılarına merhem olmuyordu. Morfin kullanmayı aklından geçiriyordu. Ancak hastaneye yasadışı ilaçların sokulması yasaktı. Saygılı bir ölüm saygısızca bir şifadan iyiydi.

         Ölümüne giden süreç Neşet’in gözlerinin önünden geçti. Böbreğini vermek isteyen tek insan başında beklemişti. Vefasını unutamazdı. Ne ailesinden, ne akrabalarından, ne de diğer öğretmen arkadaşlarından bir tek iyilik görmemişti.

         Sağlığını kaybettiğinde dahi insanlar ona acımamıştı. Ölüm döşeğinde kalbini sızlatan tek gerçek buydu. Aklına geldikçe ağrıları artıyor, gözünden bir damla yaş süzülüyordu.

         Özgür’den son bir isteği olacaktı. Sonra imtihanını bitirecek anı bekleyecekti.

         Yanı başında duruyordu Özgür. Elindeki deri işlemeli Kur-an’ı Kerim’i bir an olsun bırakmıyordu. Dualar dilinden nefessiz kalmışçasına dökülüyordu.

         “Keşke böbreğim sana uysaydı” dedi Neşet’e.

         Neşet bunları konuşmanın sırası değil der gibi baktı yüzüne. Başını önüne eğdi.

         “Özgür” deyiverdi.

         “Ben öldükten sonra mutlaka çocuklara hediyeler ver. Bir de Kur-an’ın anlamını tane tane anlayarak bir kez de benim için hatmet” dedi.

         Bir anlamda vasiyetiydi bu. Ölmek üzere olan bir insanın son çırpınışlarıydı.

         Bu kez Özgür başını önüne eğdi. “Tamam” dedi. Başka bir söz çıkmadı ağzından.

         Neşet, son anına kadar yanında olan arkadaşının, gerçek dostunun yüzüne baktı.

         Özgür’ün gözlerinin içine bakarken korkunç bir ağrıyla irkildi. Acıdan gözlerini kapattı. Parmak uçlarından, saç tellerine kadar gelen bir ağrıydı bu. Dayanması imkansızdı.

         “Can vermek böyle bir şey herhalde” dedi Neşet. Kelime-i Şehadet getirmeye çalışırken olanlar oldu.

         Özgür’ün gözünden iki damla yaş süzüldü. Makinenin simetrik akan dümdüz çizgisine bakabildi yalnızca.

         Neşet’in ellerinden tutarak hıçkırıklı bir ağlamaya tutuldu.

         Hastane odasını Özgür’ün ağlama sesi doldurdu.

         Doktor ve hemşireler odaya girdiğinde her şey için çok geçti.