sevgili günlük,

nasıl sırrımı açığa çıkarmadan yazabilirim bugün? yazıp yazıp sildiğim onlarca cümle, öfke ve hüzün getiren kelimeler... onların hepsini nasıl bağışlayabilirim. bugün nasıl uykuya dalabilirim geçen saatlerimden pişmanlık duymadan? nedamet gözyaşları kurtarır mı beni? günden güne katılaşan bu bedenim ve akıtamadığım her gözyaşı yüreğimde siyah bir kurtçuğun büyümesine sebep oluyor. ey sevgilim okyanus, ne zaman alacaksın beni kendine. ey hani çalınan hazinesini geri alacağını söyleyen. neredesin? saatim senin durdurduğun anda kaldı, inan bir salise ilerlemedi desem sana. artık gitmiyorum, bak buradayım desem ve felç geçiren yanlarımı görsen sen. saçlarımın dünyaya bulanan kısımlarını kessem. gülümsesem çatlayan dudaklarıma rağmen. beni bu sonsuz kere sona varan döngüden kurtarır mısın? beni o kızıl rüyalarımdan uyandırır mısın? keşke son bir nefes çeksem içime dünyadan kocaman. öyle şişse ciğerlerim. sanki patlayacakmışım gibi. ve tutsam o nefesi. son nefesim olsa son yaşamım. tek bir jeneriği olsa hayatımın. ve ben bunları sana yürekten diyebilsem keşke. oysa ne dediğimi bilmez halde konuşuyorum. yine de içtenlikle söyleyebileceğim şeyler var elbet. mesela diyebilirim ki günlerdir sızlıyor göğsüm. yavrusunu kaybetmiş bir anne edasıyla feryat eden bir şey var içimde. ne yana bakacağımı bilmiyorum öyle bir telaştan. bazen uyuyamıyorum bu sızıyla. bazen uyumaktan başka bir seçeneğin yok diyerek pişmanlıkla yumuyorum gözlerimi. oysa kim sorsa bana iyiyim derim. kendime de öyle diyorum. iyi olmayan da bu ya. iyi olmak gibi bir duvar örmüşüm. ve hala örüyorum. fakat bunun ne kadar korkunçlaştığını hissettiğim için yazabiliyorum bugün bunları. pişmanım diyebilmek için sökmem gereken çok tuğla var yerinden. o siyah kurtçuktan bahsetmem için de mesela. ben kötüyüm beni kurtar diyemedim aylarca. iyiyim dedim ki kimse dokunmasın kimse bana. kimse merak etmesin, ben ağzımı hiç açmayayım istedim. okyanusum, seslerden bıktığım ve sessizliği, yalnız sessizliği arzuladığım şu günlerde ben seni dinlemeyi çok seviyorum. inan çok seviyorum. son günlerimde telaşsızca kapıldığım tek ses senin sesin belki. yine göğsüm sızlıyor. vücudumun bu sene verdiği garip sinyalleri var. ne zaman okyanus desem sızlayan göğsüm, adı lazım olmayan birinden bahsetsem de karnıma giren ağrılar. çocuklaşasım geldi. geçenlerde anneme kitap okuyarak uyuttum onu. ''beyaz geceler'' Dostoyevski'den. ve bence annem sevdi. onunla bağ kurmayı deniyorum. bazenleri hasta numarası yaparak dizine yatıyorum. dinlemek için istekli durmasa da ona arkadaşlarımdan, geçirdiğim günden bahsediyorum. sanırım annemi sevmeyi öğreniyorum. babama gelirsek, geçenlerde beraber oturup çizgifilm izledik. sıkılmadı. çizgifilm demişken de çok garip bir hobi edindim. Gumball izlerken fasulye kırmak. ah insanı ne kadar mutlu eden bir şey. birkaç aydır daha ağırbaşlı görünsem de çocuksu yanım sanırım hiç eksilmeyecek benden. bu aralar odamın ışığı arada bir sönüp yanıyor. bu satırları yazarken de birkaç kez oldu. bazen ışığın bir canavarın gözü olduğunu, bu canavarın tek gözlü biri olduğunu ve aslında o bana göz kırptığı için karanlıkta kaldığımı düşünüyorum. bu satırları okurken duygu geçişlerinde bir tezatlık olduğunu düşünebilirsiniz. bunu düşünmenize neden olan şeyi size söyleyeyim. hazır mısınız? evet ben bipolarım. birkaç karakterim var ve o karakterler kalemi kendi eline alıyorlar bazen . diyebilirdim size ama şakaydı elbette. yalnızca insanım ve duygu geçişleri yaşıyorum. bir de karışık bir şarkı listesi açmışım. ruh halimi bunları yazarken arkada çalan müzikler etkiliyor biraz. ah bu şarkıların gözü kör olsun gerçekten. ufak bir toparlayayım kendimi. çok laçkalaştım. acaba günlükler böyle mi yazılmalı? bir anda konudan konuya zıplayarak duygusallığıma geri döneceğim. şuan çalan müzik böyle yapmamı istedi benden. ama ciddiye alamayıp gülesim geldi. yazıyı tam şuan bitirmem gerekiyor ne yazık ki. tam da yeni gülmeye başlamışken. plan dahilinde olmayan bir takım şeyler oldu. hoşça kal sevgili günlük. bu da böyle bir yazı olsun kabul görürseniz