Doğanın, dağları turuncunun çeşit çeşit tonlarıyla boyayıp adeta bir görsel şölen sunduğu, yağmurlu gün sayısının güneşli gün sayısına üstün geldiği, yaprakların artık son mecalleriyle dallara tutunduğu, hatta pek çoğunun artık pes ettiği, soğuğun tenleri iyice yakmaya başladığı vakitlerdi. Hani, artık sineklerin de ortalarda umarsızca dolanamadığı, sıcacık yorganınızın altında iyice bürünmüş ve en rahat halinizi bulmuşken; vızıltılarıyla ve kah kulağınıza kah alnınıza kah burnunuza konmak suretiyle sinirlerinizi iyiden iyiye zıplatmadığı vakitler. Sobalara kömürlerin henüz atılmaya başlandığı o vakitler. Bir de kestanelerin, fındıkların, cevizlerin ve ailecek huzur içinde yenmiş mandalinaların kabuklarının sobaların üstüne yeni yeni konulmaya başladığı vakitler. Bir odada zaman zaman sıcaktan kavrulduğunuz ama tuvalete giderken koşa koşa gittiğiniz ve yine koşa koşa döndüğünüz, döner dönmez de sobanın duvarla arasında kalan boşluğa giriverdiğiniz ve de güğümlerin düdük çaldığı vakitler…
İşte o vakitler bizim evde de artık farklı olacak…
Mesela artık evin her yanı sıcak olacak. Dolayısıyla tuvalete koşarak gidip gelmeyeceğiz. Sobayla duvar arasındaki boşluğa girmemiz, ayaklarımızı sobaya dayamamız gerekmeyecek. Tüm ailenin bir odada uyumasına da gerek kalmadı. Sobanın kapağından sıyrılıp karanlığı bölen ateşin aydınlığı ile hayaller kurup, sobada yanan odunların çıtırtısını duyarak huzurla daldığımız uykular geride kaldı. Ama yine de sobayı tamamen terk etmiş de değiliz. Önce genişçe ve açık bir balkon olarak yapılan sonra zamanla bir odaya dönüşen “dış balkonda" soba hala kuruludur. Hala üstüne kestane, fındık, ceviz ve mandalina, portakal kabuğu konulabilir. Hala kurbandan kalan etleri sobanın üstünde pişirebiliriz. Yine sobayla duvar arasında kalan boşluğa girip ayaklarımızı dayayabiliriz sobaya ama bu sefer sırf nostalji olsun diye. Hayatımıza ‘kalorifer' girdi fakat görüldüğü üzere köylerde değişim öyle keskin olmaz. Oldukça yavaştır. Hatta o kadar yavaş olur ki insanlar hayatlarındaki büyük değişimlerin farkına belki on yıl sonra varırlar. Düşünün ki geçmişten bahsedilirken hep on yıl öncesinden yirmi yıl öncesinden ve daha uzak geçmiş günlerden bahsedilir. Mesela ‘iki sene önce böyleydi hayatımız, neler olup bitti' gibi konuşmalar çok nadiren geçer ve özlenen, yad edilen hep uzak geçmiştir. Bununla birlikte değişen hayat, dışarıdan bir müdahale ile de değişmez.
Velhasıl, köylerde doğallık giderek azalıyor ama değişim de ‘doğal’dır.