Evet, doğduğumuz dünya gerçekten de acımasız bir hâl almakta. Her canlı hayata tutunmak için savaş vermekte. Eşitsizlik, yaşama tutunmaya çalışma, ölüm, geçimsizlik, açgözlülük gibi… Doğduğumuz dünya çok acımasız dediğimizde aklıma gelen ilk olarak çöl ortasında bir kaktüs bitkisiydi. Bu bitkiyi bir simge olarak seçmeyi düşündüm çünkü her simge bence çokça anlam içermekte. Düşünmeye başladım; bu kadar verimli, sulak topraklar varken neden çöl toprağında yetişmişti? Neden hayatını her bitki gibi sürdürmüyordu? Buradaki mesaj bence kurak şehirde yaşayanlar ve bolluk içinde yaşayan insanların simgesiydi (Jung’ın da dediği gibi acımasız dünya eşit değildi). Düşünceye estetiksel ve psikolojik olarak bakarsak bir bitkinin o kadar sıcağın altında (burada sıcağı dünyadaki kötülükler, zorluklar olarak algılayabiliriz) nasıl da yaşama tutunduğunu ve (suyu da yaşam olarak simgelersek) içinde biriktirdiği su deposu ile yaşama olan inancını belirtiyor dememiz mümkün olacaktır. Hepimiz biliriz ki kaktüsler dikenli bir bitkidir ve dokunduğumuzda can acıtır. Bunu da tıpkı bir insandaki gibi kendini koruma, savaş verme ve savunma olarak algılayabiliriz. Peki ya ilahi güzellik? Bunu da o kadar zorluğu, o kadar susuzluğu yaşarken (üzerinde onca dert tasa varken) açtığı çiçeğe anlam yüklemeyi uygun gördüm. Her zorluğun arkasında bir güzellik vardır anlayışına da uyuyor bence. Son olarak kaktüs bitkisi zaten az su ile yaşamayı sever diye bir savunma yapılabilir. Fakat şöyle bir görüşüm var: Peki ya kaktüs, susuzluğa mahkum olduğu için suya az ihtiyaç duymak zorunda kaldıysa? (Elindeki imkanlar ile yetinmek, yani zorunda kalmak.)



Başlık, Carl Gustav Jung'a ait bir söz.