Uyudum ve uyandım. Uyudum ve uyandım. Uyudum ve uyandım...

Ne uyanma ama? Sırtımı sertleştiriyor bu yatağın yaysızlığı. Sertliği, yaysızlığından mıdır sahiden?

Kim bilir belki de her sabah uyanmalarımın sebebi uyuşan sırtımdır. O sabah alarmları ya da ağız dolusu küfrü hak eden korna sesleri değil. Evet, evet bu yatağın sertliğidir beni uykudan uyandıran. Bizatihi nemrut suratımın sebebi de budur. Günlük, beni büyük bir ciddiyet ile dinliyorsun değil mi? Sahil kıyılarında verdim en ehemmiyetli kararlarımı. Bir sonraki adımımı aşınmış tahta bir bankın üzerinde attım hep. Ertesi gün bu yatakta pişman oldum. Adım atan dizlerimi işte burada dövdüm. En büyük acılarımı onun üzerinde çektim. Hayır, karnım ağrıdığı veyahut başım döndüğünden değil bu kıvranışlarım. Belki de yatağımın bu denli sert olmasının sebebi de budur. Kızmıyorum ki ona, yanlış anlıyor beni hep. Hareketsiz yatışlarım ölümü çağrıştırıyor bana. Pek tabii bunda, pencereden gelen kuş sesinin aniden kesilmesinin de etkisi vardır. Ölsem ya şu an bu yatağın üzerinde. Hayır, kabul etmiyorum. Hiç içten bir kahkaham olmadı benim. Gülmekten ağrımadı dudağımın kıvrımları. Yeterince sarhoş olup salına salına gezemedim. Kınayıcı bakışlara saçımı savurarak ağız payı veremedim. Hiç sarılmadım tanımadığım bir insana sebepsiz yere. Kediler benden kaçıyor. Elimdeki et parçasının keskin kokusuna bağlı bana yanaşıp yanaşmaması. Daha çoook içerleneceğim bu duruma. Ayağım daha çok takılacak arnavut kaldırımlarına. Koca gövdeli bir ağacın yapraklarında asılı duran uçurtmaların hepsini seyretmeden ölmeyeceğim. Bir çocuğun ilk siniridir o ağaç, ilk kaybıdır o uçurtma. Ölmeyeceğim hiç aşık olmadan. Kimi sevecek gönlüm? Ayşe'yi mi yoksa Mehmet'i mi? İşte bunu bilecek kadar yaşamalıyım. Yağmur suyu ile ıslanmayı sevecek kadar, bir bebeğin tiz sesli gülüşünde boğulacak kadar yaşamalıyım.

"Yaşadım" derken duraksamayacak kadar yaşamalıyım.

Doğrulacağım bu yataktan.

Bugün her zamankinden daha sert.