Biz diyelim ki bir aşiret kavgasında örtüsünü yere atmış kadındır Doğu

Az maaşla işsizlikten emekli bir mezar bekçisidir kimine göre

Yine de içine çabuk düşülüp unutulan bir yerdir burası

kaç kere bakarsanız bakın

Suya açılanın kendisiyle döneceği bir yer yok, diye söylenirdi çünkü ninem

Derede akrep ile yelkovanı şalvar gibi yıkayıp asarken


Mesela ben gidince, cami imamları sözcüklerimi kovar

Genç kızları ayartıp şiire sokarım, misafir salonları çünkü Doğu’da kızlar

Hamarattırlar ve güneşi kendileri uyandırıp kara boncuklarla süslerler

Ondan fistanının altında bir mektup gizlenir üç gece okunmadan


Bütün saatler öğledir burada, insanın gözleri karabatak

Koyun güder çocuklar ve okul yolları hiç eskimemiştir basılmaktan

Şehre inmek büyük panayır sayılır onlara, gece fersiz ışık yürüyen tabut

Çocuk olmayı durağanlıkla savaşmaktan öğrenir çocuklar


Kadınlar pek konuşmazlar ama,

nedense hep destanlar yazar çatlamış elleriyle geceye matuf ezici azınlığa.

Belki de en son düğünlerinde yarım yamalak öpüldüklerinden

Yine de bembeyaz bir çarşaf gibi sandıkta katlı durur dilleri

Pencereye çakılı gözlerinde her gün en az bir türkü ölür


Yaşı geçkinler kahvede hep bir şeylerden dertli

Gençler ise hep dağlara meyilli

Yüzleri beş karıştır uzağa bakmaktan, av boruları sustu diye sevinçli

Olmadık hüzünlüdürler, cesetlerini dört kollu tenha bir kasabadan sürer geçer

Oysa çoktan asılmışlardır geleneklerine bir çaput gibi.

Biri de desin, ben inanmam, o da olur!