Bugün doğum günüm.
Doğum kaderle, şansla veyahut adına her ne deniyorsa onunla ilk tanıştığımız andır. Hayatın bundan sonraki aşaması kaderimizi elimize almaya çalışmak için geçirdiğimiz bir mücadeledir.
Biz bir şeyler yaparız ve elimizde olmayan nedenlerden başımıza gelebilecek bin çeşit felaketten kaçmaya, kurtulmaya veya korunmaya çalışarak geçiririz ömrümüzü.
Kader bize kazık atar ve tüm bir hayat o kazığı çıkarmakla geçirilen süredir. Şöyle bir düşününce, kaderin bize atabileceği en büyük kazık, aslında bizatihi doğumun kendisi olabilir.
Nereye, nasıl bir zamana doğacağımız tam bir piyangodur çünkü. Eğer bu kadar şikayet ettiğimiz “kader” denen olgu, zannettiğimiz kadar kötü olsa bize kazık atmaya daha doğumumuzdan başlayabilirdi. Görünen o ki bazılarımız için doğumlarından itibaren gerçekleşir de bu durum.
Doğumum, kaderin bana attığı bir kazık mıydı bilmiyorum ve bunu öğrenmeye çalışmanın da bir faydası yok sanırım.
Küçükken, bir doğum günümde pastayı kendi paramla almış ve kendi kendime bir kutlama yapmıştım. Hiç kimsenin hediyesini almadan, kimsenin sürpriziyle karşılaşmadan, yalnız başıma kutlamıştım doğum günümü. Sanırım bir doğum günü bir insanı ancak bu kadar iyi anlatabilir.
Bu anı, uzun bir süre bana hiç garip gelmemişti. Aslında şimdi de garip geldiğini söyleyemem. Hatta belki de böylesi daha iyidir. Birçoklarına göre can sıkıcı gelebilir ama belki de ben doğduğum için bir parti verilmesi ve pastanın çoğunluğunun gıcık olduğum kuzenlerimce yenilmesi asıl can sıkıcı şeydir. En azından benim için hep öyleydi.
Hayat; adınıza kesilen doğum günü pastası başkaları tarafından yenirken, sizin yalnızca mumları üflemekle yetindiğiniz anlardan oluşur.