Yalansız bir hayat ister; partnerimiz, ailemiz, arkadaşlarımız bize yalan söylemesin isteriz. Yeni tanıştığımız kişilere yalanı sevmediğimizi, yalanın bizi en çok yaralayan şey olduğunu anlatır dururuz. Sürekli güvenmek, her şeyden tamamen emin olmak isteriz. Peki gerçekten de bu kadar istemiyor muyuz yalanı? En basitinden nasıl olduğumuz sorulduğunda her defasında iyiyiz derken yalan değil midir bu? Aslında beğenmediğimiz bir hediye karşısında mutluymuş gibi yaparak, geç kaldığımız ortamda bahaneler uydurarak, doğum günümüz unutulduğunda üzülmemiş gibi davranarak yalana sıkça başvurmuyor muyuz? Beyaz yalan kavramı hayatımıza bu denli yerleşmişken yalandan nefret ettiğimize inanmaya çalışmak neden? Yalan söylemeyi mi kendimize yakıştıramıyoruz, yalana inanmayı mı?

Yalanı aldatmadan neden başvurduğumuza, yalanın rengini nelerin belirlediğine, ilk yalanımıza ve giderek nasıl daha iyi bir yalancı olduğumuza yapılan deneyler ve yaşanmış hikayelerle açıklık getiren bu kitap beynimin ne kadar yalancı olduğunu ve yalanın hem yanlış hem de gerekli olduğunu anlamamı sağladı.

''Belki de ikisine de ihtiyacımız olduğunu kabullenerek ağırbaşlılıkla maskemizi takmalı, bir yandan da bunun bir maske olduğunu unutmamalıyız.''

''Yalanların varoluşumuzda ne kadar merkezî bir rol oynadığını fark etmek bizi dürüstlüğün tam olarak ne anlama geldiğine dair daha çok kafa yormaya zorlar. Dürüstlük çaba gerektirmez ama üzerinde çalışılması gerekir.''