Uyandım, öğle vaktini geçiyordu. Çoğu zaman olduğu gibi huysuz uyandım, üstelik 

yapmam gereken ucuz işlerim var. Böyle olunca daha da huysuzlaşırım, hayata olan 

umutsuzluğumun yükü artar. Evden çıkmaya hiç niyetim yok keza acele bir işim de, ucuz 

işlerim var. Evde biraz oyalandıktan sonra bir hışımla hazırlanmaya başladım. 

Dışarıdan bakıldığında öfkeli bile göründüğüme eminim. Pantolonumu sertçe çektim 

bacaklarıma, atkımı yağlı urgan geçirir gibi sardım boynuma ve evden çıktım.

Hızla dolmuşa bineceğim sokağa doğru yürüyorum. Dediğim gibi acelem yok, ben hep 

hızlı yürürüm. Dolmuşu beklerken içimdeki sıkıntı büyüdü, kafamın içindekiler karnıma 

sirayet etti. Nihayet dolmuş geldi ve ben tek başıma 

oturabileceğim en ön koltuğa oturdum ki para uzatma ve para üstü verme gibi şeylerle 

uğraşmayayım. Zaten karnımın ağrısı epey artmıştı. İstemeyerek insanların teşekkürlerine kabızca 

gülümsemek karnımı daha çok ağrıtacak emindim. Yalnız başıma en ön koltukta 

gidiyorum. Dolmuşun içinde insanlar etkileşim halindeler. Şoför ve diğer yolcular. Bir 

şekilde birileri birileriyle iletişim kuruyordu. Ben kurmuyorum. Bir noktadan sonra karnımın 

ağrısının etkisiyle de nefesimin kontrolünü kaybettiğim. Toparlanmaya çabalarken farkettim ki dolmuşta sadece ben ve şoför kalmıştık. Bana 

yaşımı ve nereli olduğumu sordu cevapladım, şoförle konuşmak karnımın ağrısını

azaltmıştı. Yirmidört cevabını duyduğunda, dün toprağa verdikleri aynı yaştaki uzaktan 

yeğeninden bahsetmeye başladı. Askerden yeni gelmiş, nişanlıymış, babası dövüşçü 

olduğu için onu da dövüşçü yetiştirmiş. Yakın dövüşte kolay kolay yıkılmazmış ama bir 

inşaatın asansör boşluğunda ölü bulunmuş. Ya düşmüş ya biri atmış, on gündür kayıpmış.

Dün toprağa vermişler. Artık karnım ağrımıyor ve inmem gerekiyordu. Dolmuş sağda 

durdu ben indim.