Döngüde olduğunu bilenlerle bilmeyenler bir araya gelseydi mutlak çoğunluk muhtemelen bilmeyenler tarafından sağlanırdı diye düşünüyorum. Ben biliyor muyum? Bilsem bile ben de döngünün kurbanıyım hala ama artık haberdarım bu düşmanın varlığından. Döngü derken size sözlük anlamındaki anlamını değil hayatın içindeki bizlerin monoton ve aynı eylemleri sergilemesinden bahsediyorum. Bana kalırsa döngü ayrı bir felsefe sorunudur. Böyle bir sorunun varlığını ele alırsak yeni bir tartışma ortamının ortaya çıkacağını düşünmekteyim. Velhasıl konuya direkt girersek söylenecek birçok şeyin olduğu aşikardır. Benim ilk yazdığım bu denememde neden bu konuyu ele aldığımı izah edecek olursam birkaç şey dile getirmek isterim. İlk olarak pek çok şey bilmeyen dostunuz olarak sizlere bir şey kanıtlama derdinde değilim fakat derdimi anlatma ihtiyacından dolayı düşünce yazımı sizlerle paylaşma derdinde olduğum kesin bir gerçektir. Her insan az çok bir şeylerin farkındadır ama bu farkındalığı eyleme dökme konusunda son derece acizdir. Çünkü geçmişi, alışkanlıkları, kültürü ve geldiği çevresi insanın önüne engeller koyar. Ve insan bu engele karşı savunmasız olduğu kadar razıdır da. Farkındalıklarını eyleme döken insanlara ise her zaman imrenerek baktım. Nasıl başardıklarını gözlemlediğimde iki şey karşıma çıktı. Birincisi geldikleri çevre, ikincisi alışkanlıklarını terk edebilme cesaretleri. Bu iki şey sayesinde başarılı olduklarını gözlemlediğimi rahat bir şekilde söyleyebilirim.


Evet çoğumuz geldiğimiz çevreden dolayı şansız olabiliriz ve hatta artık bunu düzeltmenin imkansızlığından da bahsedebiliriz. Fakat yeni çevreler oluşturmak elimizdedir. Tabi yalnızlığı seçmiş insan için gereksizdir. Onun çevresi doğrudan doğruya seçmiş olduğu yalnızlığıdır. Bunun doğruluğu yanlışlığı başka bir denemenin konusudur. Yukarıda bahsettiğim alışkanlıkları terk edebilme gücü meselesi hepimizin elinde olan bir şeydir. En iyi çevreden veya en kötü çevreden gelmiş olsak da bu konuda herkes eşittir. Dark isimli izlediğim dizide şöyle bir replik vardı, ''İçimizdeki en derin arzularımızdan öylece vazgeçmemiz pek zor olmuştur.''

Alışkanlıklarımız dediğimiz olay esasında arzularımızdır. Öylesine bağlıyız ki onlara artık bize verdikleri zararı önemsemiyoruz. Aslında çıkmak istiyoruz bu çile verici döngüden. Ama çıkamıyoruz yukarıda bahsettiğim engeller yüzünden. Bir de meselenin içsel bir yanı var. Dışsal engellerden bahsettik ama içsel engellerde bir o kadar önemli. Bence en büyük içsel sorunumuz, kafamızın bir köşesinde hep var olan sorunlarımızdan kaçmaktır. Kimimiz bunu uyuyarak, kimimiz eğlenerek, kimimiz işkolik olarak, kimimiz ise başka yollarla kaçarız sorunlarımızdan. İnsanın eğer sorunlarla şeffaf şekilde yüzleşebilmek gibi bir gücü olsaydı bence dünyada bir çok bireysel veya toplumsal sorunlar ortadan kalkardı. Örneğin devlet başkanlarının sorunları görmezden gelip kendi kişisel hırs ve arzularına göre aldıkları kararlar yüzünden ülkelerin girdiği çıkmazlar bizler için iyi bir örnek olacaktır.

İlk denememde fazla uzatmadan döngü denen geniş çaplı meseleyi her birimizin dikkatle düşünmesi gerektiğini önemle vurgulamak isterim. Tabi işin teknolojik, ekonomik, sosyolojik yanları da var. En basiti hepimizin döngüsünde ortak bir şey var. O da sosyal medya. Sosyal medya şöyle zararlıdır böyle etkilidir klişelerine girmeyeceğim. Sonuçta hayatımızın bir parçası oldu tıpkı telefonun ilk icat edildiği zamanlarda insanların hayatının bir parçası olduğu kadar. Velhasıl demek istediğim döngülerimizi kıramasak bile içine faydalı şeyler ekleyebiliriz. Örneğin bir aile, dost, akraba ortamında sürekli aynı şeyleri yapmak yerine zevk verici bir şeyler öğreten sohbetler gerçekleştirebiliriz. Öğrenme ve öğretme eylemleri günümüzde belli kalıplara sokuldu ve bu kalıplar aklımıza yerleştirildi. Buna itirazım yok. Ama 1960 yılında bir arkadaş grubu eğlenirken bir yandan entelektüel sohbetler edebiliyordu. Normal bizim gibi insanlardı. Şimdi bu kültürü tekrardan canlandırabiliriz. Şimdi diyeceksiniz ki o zaman teknoloji gelişmemişti. Son derece içi boş bir bahane olarak görüyorum. Ne yani 200 sene sonra teknoloji korkunç yere gelecek. Bu durumda fayda veren entelektüel sohbetleri iyice mi terk edeceğiz? Entelektüel sohbetten kastettiğim avam sohbetlerden uzaklaşmaktır. Atomu konuşalım değildir. Günümüze baktığımızda hem eğlenip hem de fayda sağlayıcı sohbetler sadece akademik kimliğiyle bilinen insanlara ait oldu. Sonuç olarak, 7/24 aynı aktivite ve aynı avam sohbetlerden sıkılmamız gerekir artık. Sıkılıyorsak da bunu birbirimize dile getirip başka yolların arayışına geçilmeli. Bireysel olarak da aynı şeyleri yapmaktan kaçınmak buna dahildir.


Sen tüm bu anlattıklarını eyleme dökebildin mi Tarık Buğra Cebeci diye soracaksınız içinizden. Hatta bu deneme yazma girişimimi bazılarınız boş bir girişim olarak göreceksiniz. Bazılarınız belli bir amaç için bunu yaptığımı düşüneceksiniz. Bazılarınız da itici bulacak. Belki de bir avuç insan beni destekleyecek. Ama şunu biliyorum ki başlangıçta bu anlattıklarımı tam anlamıyla eyleme dökemesem bile bir farkındalığın kuyruğundan tutup bir yola girdiğimi kendi adıma söyleyebilirim.