Ben ne yaparım ki? Doğru, bir sanatçıyım ben! Bir sokak sanatçısı.Kaldırımlarda nasıl yürünülmesi gerektiğini iyi bilirim. Mesela bir grafiti gördün mü daha önce boya görmemiş gibi durup uzun uzadıya inceleyeceksin. Ya da bir sahil kenarı, en güzel yürüdüğüm yerler, salına salına belki bir sigara yakarak şöyle hafif dalgalı lacivertimsi bir denize baka baka... Öyle büyük şehir insanı gibi değil, tadını çıkara çıkara yarın yokmuş gibi…
Ben onları da bilirim. Büyük şehir insanlarını diyorum. Ayrı bir kategoridir onlar. Kimin toplantısı var, kim yorgun, kim evli, kim sallantıda… Metrodaki hallerinden anlaşılır hep. Eller de çok şey söyler insanlar hakkında. Yüzüklü mü, nasırlı mı? İnce uzun sanatçı elleri, çalışmaktan yıllanmış işçi elleri çok şey söyler. Yürüyüşleri, yere bakışları, kıyafetleri, nereye oturdukları… Ve hepsi, hepsi de yalnızdır. Koca koca apartmanların arasında saksının içinde kök salmaya, büyümeye, boşluk doldurmaya çalışan ev bitkileri gibi.
Boşluk… Boşluk… Boşluk da iyi doldururum ben. Bir kahvede, bir otobüste, bir evde, bir koltukta elimde o günün gazetesi, tükenmeye yakın bir kalem, bulmaca sayfası… Artık sadece bulmacaları çekiliyor gazetelerin. Gerisi, birkaç yılda bir farklı isimlerle tekrarlanan olaylar sadece. Acaba böyle miydi geçmişte de? Beline hasır sepetlerini dayamış kadın işçiler güneşin altında güzel boyunlarından ter damlaya damlaya işlenirken düşünmüş müydü ben ne yapıyorum diye? Daha da eskide ellerinde sivriltilmiş kemiklerden yapılmış mızraklarla avlanırken atalarımız böyle karamsar karamsar şu an yaptığımın sonucu ne, diyor muydu? Belki de bir arpa boyu yol katedemedik milyon yıllık ömrümüzde. Biz de aynı şekilde aynı saatte uyanıp aynı saatte aynı işi yaparken yine yemek için, yine öyle gördüğümüz için yine aynısını düşündük. Format değişti sadece. Ağaç oyukları yerine mağaralarda, mağaralar yerine kerpiçte, kerpiç yerine betonarmede oturduk. Çiğ et yerine pişmişi, onun yanına sebzeyi, onun yanına başka kültürleri taşıdık. Kıyafetler diktik, sonra bunları diken makineleri yaptık, sonra sattık sonra tekrar yaptık. Doyumsuzluk içinde yenisini aldık sonra… Sonra giymedik o kıyafetleri. Bir şey arıyorduk sanki, hep bir şey aradık. Kainatın derin boşluğunda yalnız olmamayı istedik. Hep ona baktık. Ve…
Ve sanat yaptık.
Doğru, bir sanatçıyım ben! Eskiler alıp dikerim. Sonra onları söker söker tekrar dikerim. Ben... Ben gökyüzüne de bakarım. Onu boyarım renk renk. Sabahları, akşamları, kimsenin görmediği saatlerde.
Bir sanatçıyım ben! Bir ressam. Gökyüzünü boyar, denizi dikerim.
Hayali bir albayım da ben. Geçmişten kalan bir mektup… Belki bir martı ve bir yolculuk, yaşamın ucuna. Kırmızıyım da ben. Kan kırmızısı! Ellerim kanlarla kaplı.
Doğru, bir ölüydüm ben! En başından beri. İlk canlı sudan çıktığından, emeklediğinden, yürüdüğünden, ateşle oynadığından ve düşündüğünden beri.
Bir ölü. Ana rahmine düştüğümden, oksijeni içime çektiğimden ve ilk ağlayışımdan beri. Bu emanet bedende bilinçsizce takılan hücreler yavaşça toprağa karışmadan, soğuk üzerime düşmeden, karanlık çökmeden önce.
Bir ölü, iki ölü, üç ölü…
Saymayı öğrendiğimden beri saklambaç oynadık Seninle. Sen, bilmeden en iyi saklanan; ben umarsızca arayan. Hinduizm'de, Budizm'de, Batı felsefesinde, büyük kitaplarda, parada, malda, tutarsızlıklarda, adalette, hakta, hukukta; her zaman gözlerimi kırpmadan gecenin üçünde, sabahın beşinde; en geniş ve en dar alanlarda, uzayda, yerde, gökte, sonra küçük çocuklarda, bir aşkın gözlerinde, vicdanımda; arayışı unutuncaya kadar, kendimi unutuncaya kadar, vazgeçene kadar, şimdiye kadar.
Sonunda buldum mu Sen'i? Sen ki bir annenin şefkatinden, sokaktaki iyilikten, yabancıya dökülen gözyaşından, gülüşlerden, parmak uçlarından, ellerden, kalplerden öte; Sen ki boşluktan varlığa ve beyazdan siyaha olan; Sen ki, öyle bir sen ki baştan başa ben olan! Sonunda buldum mu?
Ne kaybettim ki buraya gelene kadar? Öfkemi, hırsımı, dikbaşlılığımı, adalet duygumu, isteklerimi, hayallerimi, prensiplerimi, ideallerimi, çocukluğumu, gençliğimi, uğruna vazgeçebileceklerimi, vazgeçemeyeceklerimi, yumuşaklığımı, masumluğumu, aklımı, kalbimi, bekaretimi, annemi, kendimi… Sen oluncaya dek ne kaybettim ki gözünde? Neydim ki ben en başta? Var oluşumdan çok önce ve çok sonra yaşamaya, ilerlemeye devam edecek bir akışta; bir milisaniyede varlığı ve yokluğu tadan, önemsenilen, önemseyen ve önemsizleşen bir kırıntı sadece. Kolektif bir bilinçten kopan, bağımsızlaştığını sanan, kendince saklambaç oynayan, özgürleşen, okuyan, yazan, anlam yükleyen ve yine doğum yerine eskiye ve bütüne dönen, yitiren, esir düşen, köleleşen… Biri! Bir nefes. Tekrar toprak olacak, oradan bir tohuma çalacak, büyüyecek, yeşillenecek, beslenecek, çiçek açacak ve tekrar Sen'i aramak için düşünecek, tekrar Sana dönecek ve Sen olacak bir Ben!
Bir sanatçı, ressam, kuş, hayal, gerçek, geçmiş, bugün, kan ve ölü.
Ana rahmine yeni düşmüş bir çocuk.