-I-

Güller… Yani rengini atmış gibi olan

Bu yılan ıslığı kırmızılar

Bu sarılar bu güleç maviler bu ışıklı yeşiller

Bu iletken beyazlar zehirli beyazlar sıçrayan beyazlar

           

Dokun oğlum, korkma!

           Kocamış Pir’in yanında

Hemencecik gelsin diye uykun

           Duruyor çiğdem gibi bir turna

 

           Keçi sütü inceydi bala kattık

           Kanımızı dağıttı yapraklar: pekmez gibi köpürdü

           Leyleği havada gördük

 

 

 

Buranın suyu yabani gelebilir

Bir damla ısır oğlum, korkma! Sevmezsen eğer hemen

Şuraya bir yere tükür

Şuraya, şu sıçrayan beyaza ışıklı yeşile –kediler uzatır dillerini ve zehre sürünür-

Çok derin bir yerleri varmış okyanusların, oraya

Eğer güneş kurutmazsa bir süre daha görünür

 

 

Çuval yırtıldı tohum döküldü kuşlar üşüştü

Bizi jöleleyen deniz yedilendi

Sonunda yuttu utanmaz bir arı

Oğlumun polenini. Dedim ki

Şuraya bir dilim portakal kesmeli

Yani Pir’in yanındaki turnaya

Öyle bir kesmeli ki

Tam ağzına düşmeli!

 

Oğlum korkma bu insandır

           Kuş olsa eğer; kanatlarını şu dünya denizinin,

En diplerine batırır

 Ah insan hamuru, biraz daha az yoğrulsaydın keşke

 Hasetle, nefretle, kinle

 

Burada insan hızlıca tutulan bir ay renginde

Sesi: yeni durulanmış bir bardak sesi gibi

Hepsi,

Yağmurun dünyaya bir biberlikten döküldüğünü sanıyor

Dünya kadar bir biberlik! Biri duysa dalga geçecek

Oralı olmayandık, bir ayran içtik

Sonra sorduk

Uzaylıların tanrısını kim seçecek?

 

-II-

           Kör yerlerden geçeli çok oldu

           Oraların eşeklerini çok ürküttük



-develerin yavrularını bir soluk gibi aldığımız yerler-

Kayganlığını okunmazlığını açmazlığını aldığımız

Oğlum korkma! Bunlar şeytanın uyuduğu yerin hemen altındadır

Ondandır yanlarında çiçek gibi kaldığımız

Yalnızca ondandır

 

Gölleri dökülür avuçlarımıza

Bir balık fincanımızda yüzer

Fincanımızdan hazirana

 

           Oğlum şu delikleri kapa

           Tıka gerekirse şu kaya çiğdemlerini

           Şu yılan ıslığı kırmızıları tıka

           Korkma oğlum, acele et

           Rüzgar kapıda

 

           Nedense güneş, dünyaya tutunuyor gibi duruyor ve

           Gök ona eriyor, nar ona çatlıyor, ona uzuyor oğlumun saçları

           Çiçekler vazoya onun için giriyor her gün

           Asfaltlar onun için uzak, onun için dönüyor tavanda güvercinler

Ona görünmek için dönüyor kanatları

Ve burada bileniyor belirsizliklerin

O keskin bıçakları

 

Burada oyuk çok ve çalıları: hiç ötmeyen bir horozun tüyleri inceliğinde

Üzüm çubukları yüzümüze değiyor ve bilye gibi yuvarlanıyor oğlumun gözleri,

Bir tek sevinçli gün için sürekli açık tuttuğu ve her fotoğrafta yok gibi çıktığı gözleri

Günbatımının ayakta duranları, duldalar, gömülen denizler

Bir dönme dolapta unutun beni

Sonsuza kadar hiçbir yere gideyim

Oğlum korkma! Gören benim –o ihtişamlı seyirci-

Hem çok eski bir akşamüstü için

Korkma! Geri dönerim.