Hayatın bazı noktalarında kırılmalar olur. Ve bu kırılmalardan sonra o kişi asla ama asla eskisi gibi olmaz. Bu kırılmalara örnek ölüm olabilir ya da duygusal herhangi bir şey. Ben bu kırılmayı bir kaç kez yaşadığıma inanıyorum. Ve sanırım ilki aşktı. Bu öylesine büyük bir duygu yoğunluydu ki bedenim taşıyamaz olmuştu. Acı ve acı daima acı benimle kalmıştı. Kendimi bildim bileli 'farklı' olduğum kanısına varılmış ve öyle davranışlara maruz kalmıştım. Bu yaşananlar ve benim profesyonelce taktığım maskeler nedeniyle olaylar daha da kontrol edilemez bir hale gelmişti. Ateşten bir kafese kapatılmıştım. Aşılamaz duvarlar içerisinde çaresizce uyuşturuluyordum. Günler geçtikçe bedenimin içinde ruhumun eridiğini hissedebiliyordum. Meğer ruhum o acı dolu karanlık yerde yeniden doğuyormuş. Şimdilerde düşünüyorum da acı denen şey gerçekten insanın önemli bir parçasıymış. Acı olmadan ne görebilir ne de duyabilirmişiz. Bahsettiğim dönüm noktaları her zaman ama her zaman yüreğinin en ücra köşelerinde acıyı barındırır. Uzun bir süredir acı kavramına farklı bir çok anlam yüklediğimi fark ettim. Acı, bizim hayatta kalmamızı sağlayan önemli bir duygu. Mesela artık baş ağrısının bile keyfini çıkarabiliyorum. Acıyı hissediyorum, onu anlamaya ve kavramaya çalışıyorum.Ve bu sayede o nadir ve can yakan dönüm noktalarını da fark edip bilinçli ve farkında olarak yaşıyorum. Sanırım bu kadar düşüncenin, tespitin en büyük yardımcısı hayatımın 4/3'ünü depresyonda geçirmemdir. Adeta hapishanede gibi düşünecek ve fark edecek çok fazla zamanım oldu. Belki de insanlar yaşadıkları duyguların en temeline inseler; görmeye, algılamaya çalışsalar içlerindeki o büyük bulmacayı daha kolay fark ederler kırılma noktalarını.