Herkes gözü yaşlı, ailesine el sallarken ben koridor tarafı koltuğuma sığmaya çalışıyordum. Sabah dokuz otobüsüydü. Babam evde uyuyordu. Gideceğimden haberi bile yoktu. Zaten daha sonra arayıp ''niye haber vermeden gittin, daha yemeğe çıkacaktık'' diyecekti. Nedense uyanmamasına özen göstererek çıkmıştım evden. Annem de gitti sonra otobüs kalktı. Asla rahat edemiyordum. Yanımdaki kız çoktan tatlı düşlere dalmıştı. Kalitesiz bir film açtım. telefonumdan 101 okey oynadım. Radyo tiyatrosu dinledim. Kitap okumaya çalıştım. Sonunda yol bitmişti.
İnince derin bir nefes aldım. İşte başlıyorduk. 'kızım Gizem' dedim hemen. Artık bu ağlak dönemlerin bitiyor, geçmişe adeta bir sünger çekiyor, her gün yeniden yeniden doğmak için can atıyorsun. Bugün benim miladım olmalıydı. Adeta geçmişin ağır yükünü okuldan sonra dershane de olduğu için deli gibi ağırlaşmış bir çanta gibi bir köşeye atacaktım. Ruhum sükunete erecekti. Sonunda hayat benim için kollarını açmıştı. Koşarak hayata sarılmalıydım. Derhal bir taksiye milyarlar bayılıp eve geldim. Evim her zamanki gibi leş gibiydi. Hele benim odam, içerde biri ölmüş de döşemenin altındaymış gibi kokuyordu. Hemen leş kokulu elektrikli sobamı çalıştırdım. Ev arkadaşım odama uğradı. İşiyle ilgili asla anlamadığım şeyler anlattı. Boş beleş olduğumu düşünmesin diye arada şaşırıyormuş, onaylıyormuş gibi yaptım.
Aslında yeni açtığım bembeyaz sayfamda sağlıklı yiyecekler yemek icap ediyordu ama ev boş olduğundan tavuklu pilav ve şalgam suyu sipariş ettim. Yaşama sevinciyle adeta çoşarken aynı zamanda otobüs koltuğu yüzünden her yerim ağrıyordu. Aldırmadım. Süslendim dışarı çıktım. İlaçlarımdan tırsa tırsa bira içtim, arkadaşlarımla -hayır, çok sevdiğim can dostlarımla- görüştüm. İnsanlara mağrur bakışlarla ''daha iyiyim'' dedim. Artık daha az ölmek istiyorum. İyiydim tabi. Kendimi sevmek şartını gerçekleştirmeye çalışıyordum.