Bir kazan dairesi, hamam böcekleriyle kaplı zemini ve ben onların cesetlerine basarak ilerliyorum... Yürüdükçe gıcırdıyor ayaklarımın altında ölüleri, kitinden yapılma zırhları... Küf kokuyor içerisi, hiç güneş almayan bir mağara gibi nemli... Duvarlardan sarı ve yeşil sular akıyor, damlatıyor tavanın her yeri... Bazen yere düşüyor, bazen kafama, bazen ise omzuma... Yapış yapış bir yer burası... Onlarca böcek ölüsü içerisinde hâlâ var canlı kalanlar, vücudunun yarısı kopmuş ama hala antenlerini oynatanlar... Gıcır gıcır bir zemin, minik iç organlar ile borulardan akan sarı ve yeşil suların karışımından bir bulamaç... Kayıyorum ama düşmüyorum, bu bulamacı tatmak istemiyorum, hayır! Derimin üzerinde ince bir deri daha oluşuyor sanki, tüm vücudumu sarıyor. Nemden belki, kafam ve alnım kaşınıyor sanki içeriden bir şeyler dışarı çıkmak istiyor... Kaşıntım bir anda geçiyor sonra... İlerliyorum yavaş yavaş, adımlarım hızlanıyor gibi, fazladan bacaklarım varmış sanki... Biraz ileride bir parıltı var, aynaya benziyor, biraz eski, biraz kararmış... Ona yöneliyorum, bu sefer de sırtım ağrıyor, kamburlaşıyorum sanki... Başım dönüyor ve korkuyorum... Aynaya doğru ilerliyorum, kafama bir damla düşüyor, daha da ıslanıyorum... Sonunda aynaya ulaşıyorum ama kendimi göremiyorum! Aynada bir böcek bana bakıyor, derisini yırtıp alnından fırlamış iki anteni, kambur sırtı ve kalınlaşmış kitin zırhıyla...
Karanlıktan Notlar kitabımdan...