*Kız arkadaşım, bazı akşamlar uyumadan önce ona hikaye anlatmamı istiyor ve bana dört kelime/nesne söylüyor. Ben de, ona bu kelimelerin içinde olduğu bir hikaye anlatmaya çalışıyorum.

Dün akşamın kelimeleri: su, kalem, figüran, yastık.




Yatağın yanındaki sehpaya geceden koyduğu sudan birkaç yudum aldı. Boşluklar içinden bir boşluk seçip, gözünü oraya dikti. İnsanın düşünmedi bir zaman, beyninin kendini askıya aldığı bir an olur mu? Oldu. Hiçbir şey düşünmedi. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Belki üç belki yirmi iki dakika. Günbegün sokaklar arşınlayan eskicinin sesi, onun yaşadığı sokakta yankılanınca kendine geldi ve ilk olarak bunu düşündü.


Sonra kalktı, mutfağa gitti. Kahve içmek istedi, bittiğini fark etti. Buzdolabının kapağını açtı, atıştırmalık bir şeyler bakındı. Vardı ama yememeye karar verdi. Duşa girdi, duştan çıktı, tıraş oldu. Rutin on sekiz dakika sürüyordu. Baskısız, beyaz bir tişört; yırtılmaya meyilli bir jean giydi. Altı çift ayakkabısı vardı; ilkbaharlık olanı seçti ve evden çıktı.


Eviyle durağın arasındaki mesafe, sahil yürüyüş adımlarıyla dokuz dakika sürüyordu. Tanıdığı fakat adını bilmeyen birkaç esnafa selam verip durağa vardı. Duraktaki oturakların birinde, bir kedi yatıyordu. Saatine baktı, otobüsün gelmesine daha vardı. Karşıdan karşıya geçip, marketten yaş kedi maması aldı ve kapağını açıp uyuyan kedinin minik burnuna yakınlaştırdı. Kedi, rüya mı gerçek mi ikileminden sıyrılıp gözlerini açtı ve vakit kaybetmeden adamın ayaklarına sürtünmeye başladı. Mamanın tamamını durağın birkaç metre yanına, yoldan uzak, tehlikesiz bir yere boşalttı. Otobüs geldi.


Şoföre başıyla selam verirken; bu gün çarşamba, diye düşündü. Diğer günler başka şoför olurdu ve otobüse bindiğinde başıyla selam vermek yerine hatırını sorar, kolaylıklar dilerdi.

Yol boyunca üç kere telefonu çaldı. Bir gün denize fırlatacağım şu telefonu, diye geçirdi içinden. “Şey, kaza olmuş da, trafik var. Birazdan oradayım.” kaliteli yalan söylemeyi beceremezdi.


Vardığında herkes hazır kıta onu bekliyordu. Bir kişi alkışlasa, diğerleri de buna katılırdı. Alkışları duyunca belki kahramanca geçerdi aralarından, belki yerin dibine girerdi. Kimse alkışlamadı.

Işıklar hazır, yeşil perde takılı; boomcuların ellerindeki karton bardakta içilen laflama çaylarından hâlâ buhar çıkarıyordu. Önce amirden temiz bir fırça yedi. Sonra yönetmen “Bu muydu beklediğimiz?” diye sordu, yanında ayakta duran görevliye. Adama dönüp, “Çalıştın mı rolüne, nerede ne diyeceğini biliyorsun değil mi?” diye sordu, “Biliyorum,”


Üçten geriye sayıldı, motor verildi. Adam, saatine bakıp bekliyordu. Eski eşi hamileydi ve evlenip başka bir şehre yerleşecekti. Burada buluşacaklardı son kez. Kadın uzaktan belirdi, ağır adımlarla ve hüzünlü; aynı zamanda kararlı bir edayla adama yaklaştığı anda adam, gürültülü bir kahkaha patlattı. Öyle büyük bir kahkahaydı ki biraz uzun sürecek olsa bayıltabilirdi. Settekiler şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, “Kestik!”


Yönetmen figürana yaklaşıp “Ne oldu oğlum, bu kadar komik olan ne?” diye sordu, cevap alamadı. “Lan zaten kaç saattir seni bekliyoruz, kendine gel de çekelim şu sahneyi amına koyim.” 

kimse olanlara anlam verememişken, adam gözlerindeki yaşları silerek ve diğerlerinden daha sessiz olan kahkahasına son verip, “O yastık olmuş mu hiç?” dedi. Yönetmenin öfkeli bakışı adamın üzerindeyken, “Yastık diyorum, olmuş mu hiç? Daha yuvarlak bir şey bulamadınız mı? Babaanemin yastıklarına benziyor.” , “Lan siktir git, bir daha gözüme gözükme.”


Setten ayrıldı. Yürüdü biraz. Sonra bir bara girip iki bira ve kalamar söyledi.

Rahatlamıştı. Hayatın tekdüzeliğinden, anlamsızlığından kurtulmuş gibiydi. Gözündeki perde açılmıştı da insanların zihnini tüm çıplaklığıyla görüyor gibiydi. Bu nasıl olmuştu?


Hesabı ödedi, kalktı. Yolda gördüğü açık kırtasiyeden bir paket A4 kağıdı ve pahalı bir dolmakalem aldı. Her şeyi bardan kalktıktan sonra düşünmüştü. Hayır, hayır, gecenin 10’unda açık kırtasiye gördüğü anda karar vermişti buna. Figüranlığı bırakıp, senaryo yazacaktı. Yapabilir miydi, bilmiyordu. Ama deneyecekti.


Eve gitti, mutfağa girdi, ocağa süt koydu. Kahve aradı, bulamayınca sütün altını kapattı.

Yorucu bir gün oldu, diye düşündü. “Şimdi dinlenmeliyim, yarın çalışmaya başlayacağım,” dedi baktığı boşluğa.


Yatağa oturdu, sabahtan, hatta dünden kalan suyu içti; uyudu.