İçimdeki bir kadını içimdeki diğer bir kadına kırdıramadıkları her Allah'ın günü, kendimi daha güçlü hissediyorum.


Merak ediyorum: "Acaba Tezer Özlü de aynı duyguları aynı devirde yaşasaydı, bunu nasıl yazardı?"


En ufak bir ilgiden rahatsız olan tarafımla, ilgiden beslenen tarafım el ele. Biri diğerine "Orospu!" demiyor, diğeri de ona seslenmiyor "Kezban!" filan diye.


Alnımda çıkan sivilceleri samimiyetle beğeniyorum. Nefret, hiçbir şeyi iyileştirmiyor. Cildimi de. "Cildini sev!"mekle ilişkilendirilen ürünleri satın almayı bıraktım. Para, sevgiyi satın almaz çünkü.


Bir sandalye ve iki masa var önümde. Masalardan birinde fal bakıyorum kendime, inanarak adeta geleceği göstereceğine; diğerinde ise yan masaya göz atıp kıkırdıyorum sessizce. Psikolojik sebeplerini araştırıyorum bunun. Gözlem, yeni kapılar açıyor.


Soğan kavururken Bach dinliyorum,

Bakkala çıkarken kırmızı ruj sürüyorum,

Bütün gözlerin bende olacağı akşamlarda ise bunu önceden tahmin edip, en özensiz halime bürünüyorum.


Şamanlarla çay içip iki rekat namaz kılıyorum,

Bir odanın kapısının arkasında saklanırken buluyorum kendimi, kardeşi görmesin diye abisinin yanında beni;

Çok heyecanlı, inanılmaz romantik.


Sonra, unutuyorum ikisinin de ismini.


Hayret şey.


Sahi, neydi?


Neydi sırf kadın olduğum için bana yasak olan onca şey?


Neydi ortamına göre çıkarıp takmak zorunda olduğum tüm o maskeler?


Vücudumu tüylü mü severdiniz, tüysüz mü?

Ya bacak boyumu?

Göğüs bedenimi?

Bel ölçümü?


Hangi konularda konuşup, hangi konularda susmam lazımdı?


Bunca yıl öğrendiğim her şeyi nasıl da unutuverdim değil mi böyle?


Unutulur, şaşılacak iş değil aslında.


Kadın kısmının aklı her şeye yetmez öyle.