Takriben yirmi üç yıldır hakikat üzerine tefekkürde bulunuyorum. Yani doğrunun nesnel olmayışı hakkında Aristo kadar düşünüp, İbn Rüşd kadar yorumlayıp orta sınıfa has bir edada salak salak bağırıyorum. Çünkü anlam veremiyorum. İnsan anlam veremediğini bağırarak belli eder. Kavga, avam işidir. Türkçeyi yeteri kadar bilmeyen ve Tanrı yeryüzüne bencilce, azar azar zarafet dağıtırken ataları o sırada kayalıklar arkasında deinoteryum becermeye çalışan insanlar ne Arabi referansı anlarlar ne de Schopenhauer. Böyle durumlarda harcadığım efora gülüp hangi sınıfa hizmet etmek istediğim konusunu tam yanı başımda bulunan cinimle müzakere ediyorum. Neyse ki babaannemin hediyesi hala yanımda da cinin söylediklerini tam anlayamadan ortadan kaybolduğunu görüyorum. Babaannem diğer babaannelerden farklı olarak hobi bahçesi yerine yüzyıllardır üzerine ağlandığı için ayetlerin bazı kısımlarının silindiği bir Yasin bırakmış bana. Çünkü ona da onun babaannesi bırakmış. Bir noktadan sonra yadırganmayan adet, yaklaşık altı yüz sene devam etmiş. Bir ara cinim bana Fransız kraliçe Eleanor’un nasıl seviştiğini anlatırken Babaannemin Yasin’i yüzünden bağıra çağıra gitmek zorunda kaldı. Bu Yasin’i diğer Yasinlerden ayıran bir büyüsünün olduğu aşikar fakat siz söyleyin, on ikinci yüzyılda yaşamış Eleanor’un üzerinde fantezi kurduğuma mı yanayım, yoksa Yasin’in gerçekten cinlerin canını yaktığı yalanının gerçek oluşuna mı yanayım? Gerçi o Yasin’in cin kovduğuna gerçekten çok şaşırmıştım. Ayetlerin öyle kısımları aşınmış ki onu okuyan insanın İslam Allahı’na şirk koşacağına yemin edebilirim. Neyse ki babaannem konuşamıyordu. Dile vurmamış hiçbir düşünceden mesul olmadığımızı öğreten bir dinin üyesi olan babaannemin, altından ırmaklar akan bir yere gitme olasılığı gitgide artıyor. Babaanneme kaç kere anlatmak istedim bu ayetlerin bir kıymetinin olmadığını. İslam Allahı’nın anlatmak istediğinin, Arapçaya değil, anlama ağlanması gerektiği ve bilhassa önemli olanın hayatındaki pratik karşılığı oluşunu kaç kere anlatmak istedim (Mevzu bahis kuran olduğunda cümlelerimdeki ritmik akışı fark etmemeniz beni gerçekten çok üzer.). Ne yazık ki beni dinlemeden öldü -ben iki yaşlarındayken- O da diğer babaannelerden farklı olmayarak gideceği yerin cazibesiyle yanıp tutuşarak can vermiştir muhtemelen. Babaanneler böyledir. Her söylenene inanırlar, yeter ki ilk söyledikleriniz kayda değer şeyler olsun. Kimse bana Gazali’yle babaannemin aynı cennete gittiği safsatasını anlatmaya kalkmasın. Bu arada hakikatin öznelliği hakkındaki fiyakalı konuşmamı daha sonra yapacağım. Çünkü anlatan benim, siz de sırasıyla beni dinleyip söylediklerime hiçbir itirazda bulanamamaya mahkumsunuz. Allah’ım, bu insan bedeni ne de vukuatlı bir toprak.