"Biliyor musun? Odamdaki tüm aynaları kırdım dün."


İki arkadaş, uzun yürüyüşlerinin ortasında, önlerinde daha da uzun bir yol varken, içlerinden birinin bu sözü etmesiyle durakladılar. Yol kenarında bulunan bir çift kayaya oturdular. Lafı eden bir sigara yaktı. Lafı işiten ise dalıp gitmiş gibiydi.


Sigarasını çıkarmak dahi aklına gelmeden, öylece yolu izliyordu. Öteki çıkardı arkadaşını içine düştüğü bataktan. Kolundan dürterek bir sigara da ona uzattı. İşte o vakit, lafı işitenin aklına ilgilenir görünmek geldi.

 

"Deli misin oğlum sen? Ne aynası, ne kırması?"

 

"Bilmiyorum," deki öteki. "Herhalde zorum var aynalarla. Tek o değil, cam çerçeve ne varsa indirdim." 


"Hırsız falan..." diyecek oldu öteki. Boş bir laf ettiğini anlar gibi sustu sonra. Bir süre daha böylece susarak geçti. Doğruldular. Yola koyuldular. Önlerinde daha çok yol vardı. Güneş tepelerinde, yük de omuzlarında, ilerliyorlardı. Elbette gerçek bir yükten, bir ağırlıktan söz etmiyoruz. Bu yükten yalnızca aynaları kıran, camı çerçeveyi indiren haberdardı. Biraz ilerledikten sonra, deminki lafın üzerinden çokça vakit geçmesine karşın yanıtladı camları indiren, arkadaşını.

 

"Neyimiz kaldı ki? Değerli olanı çaldılar zaten. Daha ne çalacaklar? Boş ver gitsin."

 

"Sahi Turgut, biz nereye gidiyoruz?"


"Ona."


"Ona..."


Öteki şaşırdı ancak yine de ses etmedi. Biraz da korkmuştu. Ancak belli edemezdi. Nereye gidileceğini, dahası ne yapılacağını çok iyi biliyordu. Yine de tek laf etmeden arkadaşının yanında yürümek en doğrusuydu bu anda. Buradan geri dönmek, şu uzun yolu, sırf korkudan geri yürümek artık taşıdığından haberdar olduğu bu yükten daha da ağır bir yük olacaktı. Bir süre sessiz kaldı bu yüzden. Turgut sessizliği bozdu.


"Korkuyorsan gelme, Cevat. Evdeki cama çerçeveye ne yaptıysam, onun evindekine de aynı şeyi yapacağım. O yüzden, varsa bir çekindiğin, sen gelme kardeş."


"Olur mu öyle şey? Bu yola beraber çıktık. Gerekirse camı çerçeveyi beraber indiririz. Ama Turgut, ben diyorum ki..."


"Sen ne diyorsun? Git sen, git. İyisi mi var git evine!"


Öteki bunu yanıtlamadan, yine sessizce arkadaşının yanında yürümeye devam etti. Yol üzerinde bir kargaya rast geldiler. Cevat, gerisi nerede diye, meraktan, şöyle bir uzağa baktı. Bu sağa sola bakışın bir tereddüt belirtisi olarak görüleceğini sandığından, bir an içinde başını yeniden yola çevirdi. Karganın gerisi yoktu. Belki yitirmiş, bulamamıştı sürüsünü. Belki de kovulmuştu oradan. Cevat yine dönüp baktı kargaya, gerisine. Niyeyse kovulmuş olana daha bir candan bakar insan. Öte yandan bir kardeşine acımaz, kovulup gittiğinde. Bunun dışında her canlının kovulmuşuna, ötelenmişine, zayıf düşmüşüne ayrı bir ilgi duyar. Kovulduğunu, yaşam denen serüvene kovularak başladığını düşündüğündendir bu duygusu insanın. Turgut o yana bakmıyordu. Dikkatini dahi çekememişti bu kovulmuş hayvan. Ancak bunun nedeni, onun da bir vakitler bir eşikten kovulmuş, içine girmek için can attığı bir yaşamın içinden yalvar yakar atılmış olmasıydı. Kabul edememişti elbette. Kalmak istemiş, kendi eşiyle, kendi sevdasıyla, kendi sürüsüyle uçmak istemişti. Ancak yalvarılarak, yakarılarak kovulmuş, artık istenmediği kendisine bir çocuğa, bir evlada öğretilir gibi anlatılmıştı. Bu yüzden canı yanıyor, bu yüzden gözü yürüdüğü yoldan başkasını görmüyordu.

 

"O düğünü başlarına yıkacağım. Onu da ötekini de..."


"Sakın! Sakın diyorum sana Turgut. Yapılır mı oğlum böyle bir şey?"


"Rezil rüsva edeceğim diyecektim ulan! Hemen ortalığı velveleye verme."


"Ne çıkacak ki bundan? Sen rezil rüsva olacaksın. Bak ben sana diyorum ki, yapma. Gel dönelim bizim kasabaya. Şöyle güzel bir sofra kurayım sana. Çekelim rakıları. Sonrasını düşünürüz. Bak, bizim şu Yasemin, hâlâ gözlüyor yolunu."


"Cehennemin dibinde gözlesin. Ancak orada buluşuruz."


Birer sigara daha yaktılar. Turgut durdu. Bir süre yolun ortasında, öylece kalakaldı. Cevat, bu duraklamanın bir vazgeçiş olduğu zannıyla bir oh çekti. Belki de Yasemin fikri, her ne kadar sert bir dille reddedilmiş de olsa, bir biçimde Turgut'u yolundan döndürmeye yetmişti. Bunun sevinciyle atıldı. Coşku içinde arkadaşına hayaller düzmeye başladı.


"Yasemin güzel kız. Alırsın, bakarsın keyfine. Hem kız öğretmen çıkacak bu sene. O da çalışır, sen de çalışırsın. Şu ötekini alaydın iyi miydi? Yerinde yan gelip yatacak, ömür boyu masraf olacaktı sana. Yasemin'le birlikte kazanır, birlikte yersiniz. Hem iyi insan. Bir de üstüne seviyor seni. Bu zamanda nerede bulacaksın seven insanı."

 

"Olmaz diyorum sana. Şevket'in kardeşinden ne hayır gelir? Al birini vur ötekine. Abisi kumarbaz, babası desen itin teki. Böyle aileden hayırlı insan mı çıkar?" 


"Bu kız nasıl okumuş, öğretmen olmuş o zaman?"


"Kendin dedin, daha olmamış. Hem olsa ne yazar? Güzel kız, Allah'ı var. Ama gel gör ki, o Şevket itini gördükçe, kızın güzelliği de aşkı da gözümde beş para etmiyor. Hem ne malum sevdiği? İki üç laf duydun diye düğün mü kuracaksın bize? Boş ver sen onu. Şunları görmeye gidelim bir."


Cevat, ısrarın anlamsız olduğunu gördü. Yürümeye devam edeceklerdi ki, yerinde durdu genç adam. Ancak bu şekilde arkadaşını ikna edebileceğini düşündü. Riskliydi elbette bu. Gözü hiçbir şey görmeyen öteki, zaten "Gelme!" dedikten sonra yürüyüp giderdi. Arkasına bakmak, arkadaşı gelmiyorsa geri dönmek aklının ucundan dahi geçmezdi. Ancak Yasemin hakkında konuşmak az da olsa yumuşatmıştı onu. Başka bir yaşamın, başka bir geleceğin mümkün olduğunu göstermişti ona. Hem aynı anda bir tek kişiyi sevmek, artık o kadar da katı bir kural gibi gözükmüyordu gözüne. Yasemin güzel kızdı. Herkesin aklına en az bir kez düşmüş, en az birkaç yürek de yakmıştı böylece. Kızın ağabeyinden, babasından söz etmesi de Yasemin'e toz konduramamasından, bu kızda sevilmeyecek bir yan görememesinden kaynaklanıyordu. Durdu. Bir sigara daha yaktı. Dumanını rüzgara emanet ettikten sonra, başını geriye çevirdi. Cevat'a baktı.


"Bir şartım var ama," dedi. "O itten kız falan istemem ben. Bu iş olacaksa kaçarak olacak."


Öteki sevincinden koşturup arkadaşının boynuna sarıldı.


"Sen iste bir kasaba değil on kasaba yakayım ulan. Ama işte gel gör ki, değmez. İnan ki değmez. Ben bizim Selda'yla konuşurum. Kardeşim yakındır Yasemin'e. Gider konuşur. Gönlü varsa kaçarsınız. Gönlü yoksa da dert değil. Kardeşime kız mı yok?"


"Öyle ulan," dedi öteki. Arkadaşının omuzuna hafifçe vurdu. Çıktıklarından beri ilk kez gülüyordu. İki arkadaş, yarıladıkları yolu geri döndüler. Yolundan döndükleri kasabada o gece çalgılı çengili bir düğün oldu. Takip eden günlerde o kasabada bir tek şey konuşuldu. Acaba gelin, niçin her dakika başı kasabanın yoluna bakıyordu?