Şemsiyemin ucu ile kumsala sırtını dönmüş bir kadın çizdim. Gelişi güzel. Saye, sigarasından aldığı nefesi verirken boğuk bir sesle sordu.


—Ben miyim bu?


Cevap vermedim. Başımı hafifçe Saye’ye çevirdim. Yere bakıyordu. Sağ gözü bir damla yaş doğurdu. O gözyaşı yürümeyi yeni öğrenmiş bir bebek gibi yanağından emeklemeye başladı. Çenesine geldiğinde durdu. Bir süre bekledikten sonra bıraktı kendini aşağı. Çünkü bebek Saye’ye ait değildi. Düşerken dalgalar kucak açtı kendinden olana. Giderken çizdiğim kadını da aldılar.


—Keşke beni de alıp götürse dalgalar.


Kalbim acımıştı. O böyle konuştuğu zamanlar kalbim acırdı. Saye’nin olmadığı bir hayatı kabuslarımda bile görmemiştim. Ölümden sonrasını düşünmek kadar anlamsızdı. Buruk bir ses tonuyla sordum.


—Gerçekten gitmek ister miydin?


Yarısına kadar içtiği sigarayı bana uzattı. Hep böyle yapardı. Bir süre sessiz kaldı. Marmara Denizi’nin hıçkırıklarını dinledik. Sonra sessizliğini bozdu.


—Biliyor musun, bu sabah babamın günlüğünü okudum.

—Senden bahsetmiş mi?

—Hayır.

—Nasıl yani, hiç mi adın geçmiyor?

—Ablamlardan bahsetmiş.

—Başka?

—Hazan ve Hale adında iki kızı olduğunu, Hazan’ın henüz bebekken öldüğünü, tek varlığının Hale olduğunu yazmış.

—Sen?

—Ben onun için doğmamışım bile! Hiç olmamışım! Ben bunu hak etmedim Duha! Hak etmedim…


Burnundan kesik kesik nefes almaya başladı. Ağlayacaktı. Dişleri birbirine çarpıyordu. Yumruklarını sıktı. Öyle kasıyordu ki kendini ağlamamak için, sarılmak istemedim. Çünkü sarılırsam ağlardı. Bir süre bekledim. Saye kısık bir sesle sordu.


—Neden cenazeye gelmedin?

—Ailen benden nefret ediyor, unuttun mu?

—Neden yanımda değildin Duha?


Elini tutmak istedim. Elini çekti ve bağırmaya başladı.


—Neden en zor günümde yanımda değildin! Babam öldü benim, babam! Günlerdir neredesin sen! Böyle mi seviyorsun beni? Ailemden bu kadar mı iğreniyorsun!

—Sakin ol.

—Bir şey diyeyim mi, hastasın sen. Saplantılısın. Senin tek istediğin benim yalnız olmam. Senden başka kimsem olmasın istiyorsun.

—Saçmalıyorsun Saye.

—Ah... Ben hep saçmalıyorum zaten. Sana muhtaç olmam için her şeyi yaptın Duha! Beni arkadaşlarımdan kopardın, ailemden koparmaya çalıştın! Sen… Sen iğrenç birisin! Ailem hakkında neler söyledin, neler yaptın! Şimdi çıkıp senden nefret ettiklerini mi söylüyorsun? Sen onlardan nefret ediyorsun! Sen herkesten nefret ediyorsun!

—Bak iyi değilsin. Zor bir dönemden geçiyoruz…

—Geçiyorum Duha, tek başıma geçiyorum!

—Sana zarar veren insanların gerçek yüzünü ortaya çıkardığım için mi beni suçluyorsun?

—Duha, sen hala ne diyorsun ya? Bana kimse senin kadar zarar vermedi! Neden biliyor musun? Çünkü seni sevdim! Çünkü sana güvendim! Sana soyundum ben. Yaralarımı, lekelerimi gösterdim. Sen ne yaptın!

—Ne yaptım?

—Beni olduğum gibi kabullenmedin. Derimi yüzdün! Çıplak etimi ateşe verdin. Bana ait her şeyi yok etmeye çalıştın. Sen Tanrı değilsin Duha! Geçmişi silemezsin.

—Ben sadece…


Cümlemi bitirmeden sustum. Başımı eğdim. Konuşmak istemedim. Bazen anlarsınız, karşınızdaki insanı ikna etmek imkansızdır. Sessizlik iyi gelir diye düşündüm ama o susmadı.


—Sen sadece ne? Konuşsana! Ağlayacak mısın yine? Yine intihar mı edeceksin?


Evet, vefasızlığı ile yıkamadığı için zayıf noktalarımdan vurmaya çalışıyordu. Evet, onsuz bir hayatı düşünmek, ölümden sonrasını düşünmek kadar anlamsızdı. Belki de bu iş burada bitmeliydi. Cevabını bildiğim bir soru yönelttim.


—Artık beni sevmiyorsun değil mi?


Cevap vermedi. Çünkü emin değildi. Ben biliyordum, seviyordu ama nefret ettiği kadar değil. Uzun bir sessizlik oldu. Cebimdeki paketten bir sigara çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ucunu yaktım ve hızlı bir şekilde içmeye başladım. Yarısına kadar içtim. Saye parmaklarını uzattı.


—Sigarayı dönmeyecek misin?


Sigaradan bir duman daha alıp, onun dudaklarının arasına kondurdum. Onun yavaş yavaş içmesini izledim. Denize uzun uzun bakışını izledim. Saçlarının savruluşunu izledim. Söylediklerinin hepsi koca bir saçmalıktı. Ucuz bahanelerdi. Çocukluğundan beri kendisini köle gibi kullanan ailesinin elinden onu kurtardığım için suçlanıyordum. Bunun tek bir nedeni vardı. Babasının ölmüş olması. Aileden biri ölünce, kalan aile üyeleri düşmanlıklarını bırakır ve anlamsız bir şekilde kenetlenirdi. Genellikle böyle olurdu. Galiba insanların aile olmanın ne demek olduğunu anlaması için içlerinden birini kaybetmesi gerekiyordu. Ben onun ailesinden biri değildim. Ben onun kafasında yarattığı ideal aileydim. Ailesinden görmediği sevgiyi bende bulmuştu. Ama artık bu değişti. Çocukluğundan beri arzuladığı şey gerçekleşti. Artık ailesi ona yıllardır vermediği sevgiyi vermeye başlamıştı. Onun için rüyadan uyanma vaktiydi. Bana gerek kalmamıştı. Artık onun için benim yaptığım her şey, nedensiz gidişini kamufle edeceği bir bahaneydi. Beni suçlamalıydı ki, vicdanı rahat olsun. Ve beklenen an geldi.


—Duha, ben gidiyorum.


Cevap vermedim. Vedaları hiç sevmedim. Veda etmem için bir süre yüzüme baktı. Sadece gülümsedim. Yüzünü çevirdi. Denizin içinde doğru ilerlemeye başladı. Arkasına hiç bakmadı. Önce bacakları, sonra gövdesi, ardından kafası gömüldü suların altına. Ölümden sonrasını düşünmek anlamsızdı. Gidip görmek gerekirdi. Eğildim ve denizi öptüm. Sonra kalktım. Şemsiyemin ucu ile bir adam çizdim kumsala. Sırtını dönmüş bir adam.