Dün ne yediğimi hatırlamıyorum. Hatırlamaya değer çok şey var bu hayatta ama dün akşamki öğünüm bunlara dâhil mi bilmiyorum. Çünkü dediğim gibi dün ne yediğimi hatırlamıyorum. Birkaç misafiri ağırladığımı hatırlıyorum. Oturduk çay içtik, masada duran boş çay bardağını soğuk elimle kavradığımı hatırlıyorum. Nesnelerle ısı alışverişi yapmak kendi meşrebimce çivilerini çaktığım empati kavramıma tuz biber oluyor. Misafirlerim çayları biter bitmez oturma odasına bakmak istediler, seneler önce evdeki saksıya ektiğimiz bir çiçek vardı, onu görmeye gelmişler. Kendi deyişleriyle saate bakmaya gelmişler. Aynı evde yaşadığımız dönemlerde rutine ayak uydurmaktan geçip giden zamanın arkasından su döker olmuştuk. Kafkas dağlarına zincir vurulup her ikindi gelen karganın ciğerini gagalamasını bekleyen Prometheus gibi uzlete çekilmektense zamanın tezahürünü arayalım dedik, nitekim bulduk. Madem biz değişmiyoruz, başkası değişsin onu izleyelim, hiç değilse değişimden haberimiz olsun. Küllük niyetine kullandığımız boş bir saksı vardı, ona bir tohum ektik, türünü de bilmiyorum artık ne sikimse. İlk baş verdiği dönemlerde biz dağıldık, ama ne zaman rutin bizden, biz rutinden kopmaya başlasak oturma odamın aynı köşesinde, aynı kararlılıkla büyüyen bitkinin yanında perçemlendik. "Nasıl da uzamış dalları" dedik. İçimizden biri "Biz de uzadık." deyince oturduk, sustuk, çaldık oynadık, katıla katıla güldük, hıçkıra hıçkıra ağladık. Karnımız kazındı bir şeyler yiyelim dedik, ben yemek yaptım, ama dediğim gibi, ne yediğimi hatırlamıyorum, tadı berbattı onu hatırlıyorum. Nasıl bir itimattır ki bu "Lokalde sıçan globalde uslu durur." deyip yüzümüzü ekşite ekşite yedik ama ne tadının kötü oluşu ne de sofranın nostaljik havası benim müsterih olmam için yeterli olmadı. Ben hatırladığım kadar varım ama dün ne yediğimi hatırlamıyorum, misafirlerim gelinceye kadar onlarla geçirdiğim zamanı da hatırlamıyordum; nitekim geldiler, gördüm ve hatırladım. Ama dünkü yemeği hatırlamak adına tekrar yapamam, çünkü dediğim gibi dün ne yediğimi hatırlamıyorum. Belki de hatırlamam için daha geriye gitmem gerekiyordur, evvelki güne.


Evvelki gün

Neyse ki o günün son öğününde lahmacun yediğimi dün gibi hatırlıyorum. Benim için açlık hep aynı hissi yaratırken tokluk mideni doldurduğun şeye göre çok farklı hisler yaratabiliyor. Açken genelde 1940'larda bir alman sinemasında karın tokluğuna çalışıp merdivenle sinemanın panosuna çıkıp vizyona yeni giren bir filmin afişini asan sıska, kasketli bir delikanlı gibi hissediyorum. Tokken ise tatlı şeyler yediysem süt dişleri çürümüş seksek oynayan küçük bir kız çocuğu gibi hissediyorum, acı bir şey yediysem boş bir ovada sürüden ayrılıp iki ayak üstünde sıcaktan dalgalanan ufuk çizgisine bakan bir mirket yavrusu kıvamına geliyorum. O gün ise 3 tane lahmacun gömdükten sonra geğire geğire ayranımı yudumlarken hamamdan çıkıp bekleme odasında havlusuyla şezlonguna uzanıp soda limon içip ağzına gelen çekirdekleri yumruk yaptığı eline tüküren bir dayı gibiydim. Kendimi küçük düşürme mesaisi bitince kendi düşüncelerime dalıp yeni virajlar edinme mesaisi başladı, boş ayran bardağımdaki ayran telvesine baktım; hepsi birer sütun halinde bir sürü çizgi, her biri ayrı bir patika, bardağın üst çeperinde bütün bu çizgiler farklı noktalardan başlıyor, kimileri yarı yolda buluşup vals yapıyor, ama bardağın dibinde hepsi aynı noktada buluşuyor. Bu çıkarımlar bana çok dokunsa da günün sonunda kendi kendime ayran falı bakacak kadar yalnız olmak odağımı başka yöne saptırmak için yeterli bir buhran oluyor. Ben bunları düşünürken kendi düşüncelerimi duymamı bile engelleyecek kakafoni ile bir gelin arabasının evin önünden geçtiğini hatırlıyorum. İnsanlar unutamayacakları bir gün yaşamak için kalan günlerindeki muhtemel rutinlerine sevdikleri insanı dâhil edecek kadar benciller mi? Yoksa tıpkı benim sıcak çay bardağını tutarak ısı alışverişi yapmam gibi insanlar da birbiriyle misyon alışverişi mi yapıyor? Onları eleştirmek bana düşer mi bilmiyorum ama bu "Yazın gezen güz gezen sikine düz gezen eyyamcı." mottosu bana cuk oturuyor. Hele bir de şu dün yediğim yemeği bu kadar kafaya takmasam daha iyi bir eyyamcı olabilirdim. Belki de unutulmayacak bir gün yaşamak için uyduruk bir tempo ile yaşayıp en iyi uyduranın kazandığı bu post hakikat devrinde bir başka domino taşı olmaktansa hali hazırda unuttuğunuz günlerin hesabını vermeliyiz. Eğer hayat boyu unutmayacağım bir gün varsa o da unuttuğum o şeyi geri kazanmaya çalıştığım gündür. Dün ne yediğimi hâlâ hatırlamıyorum ama eminim ki bugün yediğim şey için yarın bir şüphem olmayacak, bir gün zamanın tezahürü olan o bitki solacak, bir gün elim çay bardağından daha sıcak olacak ve bir gün tıpkı eklemlerini kopararak zincirlerinden kurtulan Prometheus gibi ritme ritimle cevap vermeyi öğrenmiş olacağım.