Dünya, kırılgandır.

Bir ucu, bir ucuna kusursuz biçimde bağlıdır. Dengeler değişmemek adına sürekli yön değiştirir. Bir yerde kopan fırtına, bir yerde açan güneşe sebebiyet verir. Bir yanı aydınlığa mahsussa, bir yanı karanlığa gömülür.

Felaketler, depremler, talihsizlikler... Hepsi dünyanın kırılgan düğümüne saldırır. Bu kırılganlığın özünde öyle bir düzen vardır ki, asıl güç bu düzeni her defasında sağlayabilmektedir.


İnsanlar, her gün bu kusursuz dengenin üzerinde adeta bir ip cambazı gibi ilerlemekte. Yaşam, çok da üzerinde düşünülmeyen bir eylem aslında. Bir ipin üzerinde yürüdüğümüzün farkında değiliz. Düşünürsek, bunun farkına varacağız ve aslında o zaman her şey daha da kırılganlaşacak. Bir ip cambazıyken, tüm adımlarımız boşluğu arzulamaya başlayacak.


Zihnimiz derin bir uykudayken, tüm bu düzene ustalıkla ayak uydurmak çok da karmaşık değil.


Yolun sonu sisli.

Sis perdesini aralamak imkansıza yakın. Henüz bilinen hiçbir ışık yok. Kendi varlığımız ve sükunetimiz içerisinde bu ışıksızlığa yürüyoruz. Belirsizlik bazen en büyük nimettir. Körlük bazen her şeyden daha umut vericidir. İnsanın belirsizliğe yürüdüğünü bile bilmemesi ve körlüğünü dahi fark etmemesi belki de yaşamanın gerekli koşuludur.


Dünya, kırılgandır. Ve biz aslında ne kendi kırılganlığımızın ne de dünyanın kırılganlığını görebiliyoruz.

Dünya biziz. Ne kendimize ne de dünyaya yeterince iyi davranıyoruz. Haksız bir tutum içinde, kendi savaşımızı verirken kendi cephemize saldırıyoruz. Bir düzenin içinde düzensizliği oynuyoruz. Bir savaş var ortada fakat zafer bir hiç.


Bir gün, hiç beklemediğimiz bir an, yürüdüğümüz ipin kopmak üzere olduğunu fark edeceğiz. Fakat tam da o an her şey çok geç olacak.



Her şey çok geç olacak.