“Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şey yapmış.” Bu alıntının nereden aklına takıldığını bilmiyordu. Cümlenin alıntı olduğuna emindi çünkü daha önceden kendisi bir şekilde bunu düşünmüş olsaydı ilk cümleyi böyle tamamlamazdı. En azından bundan emindi.

Alıntı, büyük ihtimalle yazılı bir eserdendi. Çünkü cümlenin devamının alaylı bir şekilde ilerlediğini hatırlıyor gibiydi. Bu da yazılı bir eseri aracı yaparak görsel ve işitsel duyulara hitap eden başka bir eser türüne yönelik bir alay -onun kanaatine göre- olabilirdi.

“Acaba tersinin söylendiği bir film sahnesi var mıdır?” Eğer yoksa da kendisinin sürekli planlayıp ama daha ötesine geçemediği ama günün birinde yazacağı film senaryosuna bu cümleyi ekleyebilirdi belki de. Ama tam olarak kendisinin olmayan ve öylesine bir kıyasla aklına gelen cümle neden onun herhangi bir eserinde yer bulsundu? Buna cevap veremedi. Sadece anlık bir düşünceydi bu soru. Hem sorunun -ya da şu anki haliyle bir fikre evrilmiş sorunun- şimdi aklına takılması çok uygundu. Çünkü eve dönüş yolundaydı. Her gün gidip gelerek ezberlediğiniz yerleri yürümek sıkıcıdır ama güvenlidir. Önünüzdeki yolda hangi kaldırımın taşlarının kırık veya uygun olmayan taşlarla döşendiği kısımları bile bilecek kadar da çok pratik yaptıysanız eğer bu dönüş yürüyüşünü adeta bilincinizi kapatıp otomatik olarak yürüyebilir, buna ayıracağınız enerji ve tabii ki de vakti bir şeyler düşünerek geçirebilirdiniz. Ya da aynı şu anda olduğu gibi siz kendinizi yolda yürüme işine otomatik olarak kapatınca eline boş bir sayfa geçen zihniniz sizin yerine geçmişten veya oradan buradan bir fikir, soru veya kelime getirerek bu boş vakti doldururdu.

“Bu soru başkalarının aklına da gelmiş miydi daha önce?” Ya da acaba tersinin söylendiği bir film sahnesi var mıydı?” değil de “yeni bir kitabın son sayfasını okumayı az önce bitirmiş insan fikrinin nasıl olacağı” bir tasarı olarak düşünülmüş müydü? Son sayfasını okumayı az önce bitirmiş kısmını özellikle eklemişti çünkü bir kişi kitabı henüz sonlandırmadan da okumayı noktalayabilirdi. Fakat bu durumda oluşturulmak istenen kişi tanımına ulaşılamazdı. Yani son sayfayı az önce bitirmek gerçekten de mühim bir detaydı. Dünya üzerindeki -şu an ya da geçmişte, fark etmez- yaşayan insan sayısını düşününce bu ihtimal kulağa çok olası geliyordu. Özellikle de “yazar” olarak adlandırılan kişilerin de bu topluluğun bir parçası olduğu düşünülünce. Kendisinin nereden olduğunu hatırlayamadığı bu alıntıyı okuyan pek çok kişi büyük ihtimalle akla ilk gelenlerden olan “tersi” fikriyle kısa bir beyin fırtınası yapmış olabilirdi. Hatta yapmıştı büyük ihtimalle. Yapan bu sayısı ve kimliği bilinmeyen bir grup insana acaba Simone de Beauvoir ya da Annie Ernaux -veya ikisi birden- dahil miydi? Art arda gelen birkaç neslin vakanüvisliğini yapmış (Bunu da sanki bir yerden okumuş muydu?), ayrıca hala yapmakta olan bu iki sıra dışı yazarın kaleminde bu soru veya ilham adına ne demek isterseniz neye dönüşürdü acaba? Kesinlikle ilk akla gelen ve tahmin edilebilir bir yere gitmezdi. Aslında kullanılacak üslup büyük ihtimalle tahmin edilirdi ama seçilen kelimelerin neler olacağını düşünmek gerçekten de merak uyandırıcıydı.

Bazen -tıpkı şu anda olduğu gibi- aklına gelen fikir ve soruların hayranlık duyduğu zihinlerin kaleminde neye dönüşeceğini merak ederdi. Ve ardından hayıflanırdı. Çünkü bu fikirleri, soruları o kalemlerden dinlemek gerçekten de çok güzel bir deneyim olurdu.

Bu yol haricindeki pek de yaratıcı ve etkileyici olarak atfedilmeyen -kendisi gibi-kalemlerden çıkacak kelimelerin o fikre bir haksızlık olacağını, akla gelen basit ve kısa fikirlerin içinde bulundurduğu potansiyeli harcamamak ve harcanmayacağını bilmenin güzel bir tatmin hissiyle beraber o hakkı fikirlere teslim etmek olduğunu düşünürdü.

Her bu konu aklına geldiğinde vardığı nihai sonuca tekrar vardığı o anda otomatik zihniyle yaptığı yolculuğu tamamlamış ve varacağı noktaya ulaşmıştı.

Varacağı noktası olan evinde onu bekleyen yarım bir iş veya bakımıyla ilgilenmesi gereken bitkisi veya hayvanı olmadığı için bir süredir izlemeyi düşündüğü filmi izlemeye karar verdi. Filmi izlemeyi bir süredir erteliyordu çünkü film hakkında duydukları ve okudukları ona filme kendini verebilmesi için uygun bir ortamı ve zamanı beklemesi gerektiğini düşündürtmüştü. Ve o da beklemeye karar vermişti. Fakat içinde bulunduğu akmakta olan bu günün bu saatinin ve bu anının neden uygun geldiğini açıklayamıyordu. Ama izlemesi gereken gün bugündü. Büyük ihtimalle otomatik olarak yaptığı yürüyüş sırasında düşündükleri zihni için sandığından daha yararlı bir egzersiz olmuştu. Şu an gerçekten de filmi başından sonuna kadar takip edebileceğini ve sahnelerdeki anlamları, renk seçimlerini, müzik uyumunu ve diğer detayları kaçırmayacağını düşünüyordu. Bahsedilen his, düşünce veya iç ses -adına ne derseniz kabul- her zaman gelmiyordu maalesef. Bu sebeple bu sese kulak vermemek gerçekten de şu anki zihnine ve olduğu kişiye karşı bir ziyan olabilirdi.

Tüm bunlara ek olarak filmi izlemesi için bir nedeni daha vardı. Şimdi bu nedenin ne olduğunu açıklamadan önce, daha erken söylenirse anlam bütünlüğünü bozabilme riski taşıması nedeniyle şu anda söylenmesi için bekletilen, kendisi hakkında bir detaydan bahsetmek gerekmektedir. Kendisinin, hobi olarak sürdürmeyi planladığı ama beklenmedik şekilde popülerlik kazanmış bir film eleştirisi ağ günlüğü vardı. Bir önceki cümleye eklenen beklenmedik şekilde ifadesi bu hobinin sadece bir uğraş olmaktan çıkıp başkalarının beklenti ve beğenilerine de bağlanmaya başlayan bir yapıya dönüşmesini anlatmak için eklenmiştir. Olan gerçekten de buydu. Artık sadece kendisi için incelemeleri yazmıyordu, yazdıklarını takip eden insanların beklentilerini gözeterek hareket etme zorunluluğunu da hissediyordu.

Önceleri sürekli vizyondaki filmleri takip etmeden istediği veya tekrar izlemek istediği filmler hakkında yazarken yazıları insanların ilgisini çekmeye başlamıştı. Bu sıralarda tesadüfen izlediği bir iki vizyon filminin incelemeleri de eklenince geri dönülmesi zor bir kalabalık takipçi edinmişti. Şimdiyse yakaladığı denge hem istediği filmler hem de gündemdeki filmleri harmanlayan bir dizin yayın olarak ilerliyordu. Kulağa istenilen hazdan ve huzurdan uzak bir hobiye dönüşen mutsuz ve can sıkıcı bir uğraş gibi geliyor olabilirdi ama durum tam olarak öyle de değildi. Sonuçta popüler filmlerden de ilgisini çekenleri izliyor ve onlar hakkında yazıyordu. Kontrolü kaybetmiş değildi yani. Sadece ne kadar çok insan onu okursa, görürse o kadar bunalmış hissediyordu. Kendi oluşacağı kişiden ve bunun görülmesinden korkuyor muydu acaba? Acaba yargılanmaktan mı korkuyordu? Başka insanların okuması aslında kendi iç sesinin yargılamasının bir maskesi miydi? Bunların tümü yeni sorulardı. Fakat bunların detayına inmeye yeterli zaman yoktu çünkü saat akıyor ve içindeki ilham sesinin günün yorgunluğuna yenik düşme ihtimali de yavaştan belirmekteydi.

Filmin adından direkt bahsetmeye gerek duymuyordu şu an aslına bakarsanız. Çünkü film bir hayli popülerdi ve herkesin çok farklı fikirleri vardı. Bunlar şu anki akıştan kopmayı yaratabilirdi. O da bu dikkat dağıtıcıya gerek duymadı şu an için. Filmin isminin iddialı sayılabilecek olduğu kesin, bunu söylemesi gerekir. “Ve yaygın.” diye de ekledi içinden. Filmin adı gerçekten de herkesin çocukluktan itibaren içinden en az bir kez geçirdiği bir ithamdı. Birden fazla sözcük ama cümle değil, teknik olarak sayılmazdı yani. Filmin posteri de açıkçası isimle biraz uyumsuz gibiydi ve bu detay daha da merak uyandırıcıydı. Posterdeki renkler pastel tonlarda ve yumuşaktı.

“Poster sadece bir surete odaklanmış arkasındaki ağaçlar ve yol belli olmuyor bile.” Bu filmin incelemesinin ilk cümlesi oldu. Film, kendi temposunda ilerlerken tam olarak filmin kaçıncı dakikası farkında değilken kendisine göre filmin en can alıcı olduğu noktaya doğru ilerleyecek olan sahnenin başlangıcı belirdi. Tabii ki de kendisi daha bunun farkında değildi. Bahsedilen “bu sahnenin başlangıcı bu anmış” farkındalığı filmin o sahnesi gerçekleştikten sonra kazanılacaktı. Sahne ilerlemeye devam ediyordu. Başkahraman, bir anda olduğu yerde duran dünya ve zamanın etrafında hareket edebiliyordu. İzlerken bunun bir hayal sekansı olduğu izlenimine kapılmak çok mümkündü. Çok sık rastlanılan bir anlatı şekliydi çünkü. Pastel renkler, yumuşak ışık hepsi baş kahramanın etrafında sabit şekilde duruyordu.

Bir anda o sahne geldi. Küçük, belki de önemsiz sayılabilecek bir an; aslında bir mimik veya bir jest. Sahne bile denmeyebilirdi.

Baş kahraman yürürken dönüp arkasına baktı. Her şey durmuşken ışıklar bile etrafa saçılmıyorken; trafik, zaman akmazken dönüp arkasına bakmıştı. Hem de saçlarını savurmaya benzer yaptığı hareketi saymazsak iki kez dönüp arkaya bakmıştı. Yolda yürürken ona doğru hızla gelen bir araç yoktu, ya da çarpma ihtimali olan koşan biri… Ama dönüp arkasına bakmıştı. Ve ardına bakarken gülümsemişti. Kahkaha değildi asla ama tebessüm denemeyecek belirginlikteydi. Sessiz ve sahici. Alışkın olunmayan gülümsemelerden. Galiba etrafta kimse -aynalar da- yokken bakın, gerçekten mutluyum ve gülüyorum lütfen soru sormayın, teşekkürler iddiasını barındırmadan kendiliğinden ortaya çıkan gülüş böyle bir şeydi.

Ya da ona öyle gelmişti. Şaşkınlıkla oluşan bir gülümseme de olabilirdi ama bu fikri yazıya dökmeyi bırakın zihninde yer bile etmemişti. Anlık olarak “acaba basit bir ifadeyi çok mu abartıyorum” endişesiydi. Tam olarak fikir bile değildi.

Acaba yaşadıklarından emin mi olmak istiyordu? Sebebi bu olamazdı. Çünkü dünyanın ve zamanın durması bu andan çok önce gerçekleşmiş ve başkahraman bu ana ayak uydurarak yürümeye başlamıştı bile.

Bıraktığı bir şeye atılan temsili bir bakış mıydı? Peki, ardında tam olarak ne bırakmıştı? Evinde onunla sohbetinin yarım kaldığını bile fark etmeyen kişiyi mi? Sanmıyordu yani en azından sadece o değildi, bu kadarını söyleyebiliyordu. Galiba attığı her adımda varacağı yere yaklaşırken bir yandan da eskiden olduğu, zamanın durmasıyla durmuş olan kendisinden de uzaklaşıyordu. Bir an için bunu fark etmiş ve ardına bakmıştı belki. Kulağa korkutucu geliyordu, olduğun kişiden hızla uzaklaşmak. Çünkü şu ana kadar varlığına alıştığın, bedenini yöneten hisseden zihin artık değişiyordu. Ama kadın gülüyordu. Yanaklarında koşar adım yürümenin verdiği pembelik daha ötesinde yaşam sevincinin verdiği göz parıltısı vardı. Bu parıltıyı önceki sahnelerde görmediğine emindi.

Belki de hep korkuyordu. Ama korkmayı bıraktığı an zaman durdu onun için. Böylelikle, yaptığı seçimle beraber kaybettiklerinin ve vazgeçtiklerim, seçmediklerim daha iyiyse endişesini artık ortadan kaldırmayı başardıysa… Çünkü düşününce mantıklıydı. Artık yaptığı seçim korkmamak ve değişmek üzerineydi. Bu seçiminden emindi, bu nedenle zamanla beraber akan ve sonuçları olan tek şey o anki haliydi.

Bu paragrafı yazdığını çok sonradan fark etti.

Bugünlük izlemesi gerekeni izlediğini anlamıştı çoktan. Büyük bir ihtimalle uzun bir süre daha filmin devamını izlemeyecekti. Baş kahramanın nereye yürüdüğüne nereye varacağına bakmaya bile tenezzül etmemişti. Gerçekten önemli değildi onun için. Önemli olan o yürüyüş haliydi, ardına dönüp baktığı anki yüzleşmesiydi. Ve içinden bu yüzleşmeden galip çıktığını hissediyordu. Şu an filmden bahsettiğinden pek emin değildi. Yatmaya doğru giderken aklında yazdığı son kelimeler dönüyordu. Tekerleme gibiydi ama kafiyeli değillerdi maalesef: Dünyanın durmasına rağmen yine de yürürken, arkasına bakan bir kadın