2017’nin eylül ayıydı yanılmıyorsam, evde öylece dünyadan habersiz otururken zil çaldı, beklemediğimiz bir misafirdi gelen, kapıyı açtım, karşımda gördüğüm yüz bembeyazdı, geçti oturma odasında oturdu, annemin yanına. Hiç konuşmadılar, bir terslik olduğunun farkındaydım, içimi tarifi imkansız bir korku kaplamıştı, boğazımda bir yumru vardı, biliyordum kötü bir ruh girmişti sanki içeri.


Sessizce odama geçtim, dizlerim titreyerek zorla yatağıma ulaşıp oturdum. Ardından misafirimiz odama geldi, gözlerinin içine baktım, dopdoluydu gözleri, iki elimle kulaklarımı kapattım, başımı hızla iki yana doğru sallamaya başladım, hiç duymazsam belki gerçek değilmiş gibi davranabilirim sanıyordum, çocukluk işte.


Sonra ellerimi kulaklarımdan indirmek zorunda kaldım, duymak zorundaydım. Gerçeğin yüzüme bir tokat gibi çarpmasına izin verdim. Kansermiş dediler, annen kansermiş dediler. Söylemesi ne kolay değil mi? Sanki grip olduğunu söyler gibi gözlerimin içine baka baka söylediler.


Ağlamadım, güçlü durmaya çalıştım, akşama kadar sessiz kaldım. Evde bitmek bilmez bir kalabalık vardı zaten, annem de tıpkı benim gibi geleni gideni izliyordu donuk gözlerle, hiçbir duygu belirtisi göremiyordum gözlerinde oysa istiyordum ki gözlerim gözlerine değsin sonra gidip başımı dizlerine koyayım, ağlayayım. O da geçecek desin, biliyordum avutulması gereken ben değildim, bencillik etmemeliydim.


Sonra kalabalık dağıldı, herkes gitti. Evde bir sessizlik var ki sormayın, öyle bir sessizlik ki kulaklarımı sağır ediyor. Annem odasına gitti, ben de kendi odama gittim. Ağladığını duydum, o zaman benim kayış da koptu tabii, gözyaşlarım birbiri ardına akmaya başladı. O kadar korkunçtu ki, hem en sevdiğinizi kaybetme korkusuyla bağıra çağıra ağlamak istiyorsunuz hem de ona destek olmak için güçlü durmak zorundasınız.


Sabahları kalkıp hiçbir şey yokmuşçasına birbirimize gülümsüyorduk, kahvaltı ediyorduk, kahve yapıp içiyorduk ve günler böyle birbirini kovalıyordu.


Tabii bir süre sonra tedavi süreci başladı, en başta doktorlar üçüncü evre olduğu için tedavinin işe yaramayacağını söylemişti ama tabii ki de bunu kabullenmedik, üstüne üstüne gittik. Kemoterapi almaya başladı, o zehir vücuduna ilk girdiğinde her şey normaldi sonra aradan haftalar geçti, her gün aynı evde olduğumuzdan değişimi fark edemiyordum ama bir gün annemin yüzüne baktım ki bembeyaz, sanki vücudundaki bütün kan çekilmiş gibiydi. Sonra bir sabah uyanıyordum bakıyordum ki kaşları dökülüyor, ertesi sabah kirpikleri…


Annem, saçlarıyla oynamamı çok severdi ama artık saçlarına elimi her attığımda bir tutam saç kalıyordu elimde, yine de birbirimize bakıp gülümsüyorduk çünkü o benim annemdi, ben de onun kızıydım, biz güçlüydük. Herkesi, her şeyi yenebileceğimizden emindik.


En sonunda bir sabah uyandım bir de baktım ki gördüğüm artık bambaşka biri, bu illet başkasına çevirmiş biriciğimi. Tabii ki hala dünyanın en güzel kadınıydı benim gözümde ama eriyordu günden güne ve bunu böyle yakından izlemek bana tarifsiz bir acı veriyordu.


Kemoterapi seansları sonlandığında ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyat gününü dün gibi hatırlıyorum. Hastanede, ameliyathaneye gitmeden hemen önce o sedyenin üzerinde otururken, ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da çaresizliğini okuyabiliyordum gözlerinden ama hep gülümsedim, o da gülümsesin istedim, sonra gelip aldılar odadan, giderken başında o hiç çıkarmadığı bonesi vardı, biz saçlarının olmadığını görelim istemezdi pek, asansörde çıkarıp hasta bakıcıya vermiş, o da getirip bizim elimize tutuşturdu. Düşünebiliyor musunuz? Anne, nasıl bir varlık ki ölümle burun burunayken bile çocuklarının mutluluğunun derdine düşebiliyor.


O boneyi elime alıp refakatçi koltuğuna çöktüm, iki büklümdüm, bitmiştim, bir yandan ya geri dönmezse korkusu sarmıştı içimi, ya bir daha göremezsem diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Bir süre oturdum o koltukta, saatler geçmek bilmiyordu, dar geliyordu bana o oda, önce odadan çıktım ardından hastaneden. Yürüdüm, belki iki saat boyunca yürüdüm ama bir şekilde o ameliyatın bitiş saatine doğru ayaklarım beni yine hastaneye getirdi. İyiymiş dediler, odaya gelecekmiş şimdi dediler. Bu dünyada aldığım en güzel haber oydu. Eve geldiğimizde annemizi karşımızda görebilmek bize verilmiş en büyük hediyeymiş ve ben bunu on dokuz yaşımda öğrendim.


Ameliyatın sonucunda annemin vücudunun mucizevi bir iyileşme gösterdiğini öğrendik, bitmişti, bu dünyadaki en güzel ve en güçlü kadın olan annem her şeyi kazandığı gibi bu savaşı da kazanmıştı.


İşte tam da bugün anneler günüyken, diyorum ki üzmeyelim annelerimizi, her an kaybedebileceğimizi unutmadan, incitmeden sevelim onları. Biz küçücük birer bebekken bizi nasıl karşılıksız sevdilerse biz de öyle sevelim. Sarılalım yanımızdalarsa ya da arayalım bir telefon uzaktalarsa, emin olun böylesi çok daha kıymetli. Gösteriş uğruna sosyal medyada paylaşımlar yapıp bizim kadar şanslı olamayanları incitmeyelim mesela. Çünkü unutmayın, ölüm bir adım uzakta ve bazılarımız için durum bizimkinden çok daha farklı.


Dünyadan göçüp gitmiş ve henüz dünya üzerindeki tüm annelere, en güçlü kadınlara, sevgi ve saygıyla…