Bu umursamaz salınış; dünyanın rahminden kopup göbek bağı kesilmiş ve buraya fırlatılmış gibi hissettiriyor, sanki dünyanın ilk günü umursamaz bir korku ve güven, eş zamanlı üzerimde benimle birlikte salınıyor. Evrenin cenin hâlini usulca yürür gibi biraz hâlsiz, umarsız ve bir saykodeliğin etkisinde kalmış hissettiriyor.
Canlılar bile vazgeçmiş ciddiliklerinden dünyanın ilk günü... Kumsalda serilmiş bedenlere güneş ilk kez yansıyor… İlk kez ısınıyor bu ten. Dünyanın ilk su birikintisinde ilk kez bir rüzgâr dalgalara düşüyor. İlk kez bir el kumsalda geziniyor, ilk açılan gözler kumların süzülüşünü takip ediyor parmakların arasından. İlk kez bir adanın ilk rüzgârında uçuşuyor kızın eteği ve saç telleri bulaşıyor dondurmasına. Bu hava sadece bugün böyle olacak bunu bilmek üzerime bir şey bırakıyor. Gözlerini kapatırsan; hangi ritmi duyar, dünyanın ilk kulakları; parmak uçları ilk nereye dokunur, sıcak mı, ıslak mı olur dünyanın ilk günü? Kim olur kimlerin tenleri tanışır? Soğuk mu olur yoksa esintiden ürpermiş mi? Dünyanın ilk günü bu, bunu havadan hissettim. İlkin, bir de yukarıdan salınan göbek bağımdan… Bisiklet zilinin diğer sokaktan gelen çınlamasından… Karşıdaki kadının yürüdükçe taşlara sürttüğü terliğinden… Bu kadar basitlik nasıl bu kadar cazip? Dünyanın ilk günü her şey basit ve yetersiz, bu yüzden mi böyle? Vücutlar dingin, huzurlu gülümsüyor. Hem yaşamı bitirmiş gibi bilgiç hem henüz havadaki önemsiz bir bileşen acemiliği, dünyanın üzerinde toz bulutu gibi gezinirken... Eriller de ilk kez gözyaşı akıtır çünkü; bugün dünyanın ilk günü…