hiç aldanmıyorum artık rüzgârların sesine,
geri getirmeyeceğini bilsem bile
üzülmüyorum sesinden çok alıştığım sessizliğine.
hani o bıkmışsın ama yaşlanmamışsın,
çok yanmış canın ama sen tekrar tekrar ayağa kalkmışsın hissi.
böyledir, istemediğin güçler seni ele verir
dinmesi ardından hemen geçmesi
bir formülünü henüz bulamamış kendisi.
üç gün ağlar, iki gün susar
hep ağır gelmiş diyebilmesi
yanan duyguların külleri başında adıma bir dua etmesi,
ihtimalinde bile değilim.
sorgulandığı zaman düşler ülkesi,
yalnızlığıma adadığım bir sonbahar gecesi
sessizce veda ediyorum
şimdi beklesem bile seni
imkansızdır tekrar umut etmesi.
sen hep ilk paragrafım oldun,
tamamlayamadığım, yazamadığım
üç noktalarla bile anlatamadığım.
şiir koydum adını kafiyelerine söz geçiremedim,
masal dedim, kimse inanmadı
ben de vazgeçtim
ağır ağır geçiyor iklim,
taşıyor beni benden büyük dengeler
sırrına ortak olduğum dostlarım,
bir masada sızısına takıldığım
hayalini bile kuramadığım bu ev.
geçmişim beni büyütüyor,
asıl bu yağmurlarda eritiyor
belki göğüm kapalı ama
canımı acıtan şeyler çoğalıyor.
ve sonra.
durakta beklerken geliyorsun aklıma,
sabahın ilk ışıkları sokak lambaları tarafından yönetiliyorken
karanlık mavi diye tanımlıyorum,
yanımdan geçenler, telaşlı ifadeler
adımlarımı atarken merdivenlerden
senden uzaklaşıyorum.
durağa olan o mesafeler var ya
her ne oluyorsa orada oluyor.
yanıyor anılar, sana çıkıyor yollar
öyle zor geçiyorsun.
ama ben seni ihtimaller verilmese dahi
durakta beklerken
ve bir gün gözlerimin önünden geçerken
ansızın beni tanımayışınla hatırlayacağım
yanından geçerken ben,
yanımdan eserken sen
yine de tanıyacağım.
sessiz sedasız
gözüm takılsa dahi
parmaklarımda dolaşıyor umut.
ve zaman doluyor,
duraktaki soğuk bekleyişimden henüz bir haber alınamıyor.