Günlerdir hatta haftalardır zihnimde dönüp dolaşan arada bir kalbime sorduğum bir soru var. “Durmak nedir?” Son zamanlarda sık sık görüştüğüm insanlar bu soruyu soruyor olmama hiç şaşırmayacaklardır. Çünkü birkaç defa farklı insanlardan durmaya dair düşünmem istendi. Kimi kalabalık bir ortamda herkese söyledi, kimi de gözlerimin içine bakarak bizzat bana. “Dur ve durmak hakkında bi düşün adile…”
Bence bir şeye yahut bir kişiye dair düşündüğümüzde, ona dair ilk ana gidiyoruz ister istemez. Gerçi başkasını bilemeyeceğim, yani ben ilk nerde, ne zaman tanışmıştım onunla diye başlayıp film şeridi misali devam ediyorum. Gerçekten biraz fazla düşünmem gerekti durmak fiiline dair. Çünkü sakin ve diğerleri gibi ilerlemeyen bir zamanım olsa da hep bi durdum aslında.
Galiba trafik ışıklarıyla başlıyor durmanın ne demek olduğunu sorgulamam. Hayal meyal bir anım var, bir gün arabadayken niye sürekli durup devam ediyoruz diye sormuştum yanımdaki bir büyüğe. Kimdi cevap veren hatırlamıyorum, bir erkekti ve muhtemelen dayımdı ama emin değilim. Durmazsak ölürüz demişti ilk olarak. Sonra başımı hafifçe eğip trafik ışığının karanlıkta parlayan kırmızı ışığını gösterdi. Şehirde bir sürü araba var, herkes kafasına göre devam ederse çarpar birbirine. Karşıdan gelen var, sağdan gelen var, soldan gelen var e birde biz varız. Kalabalıkta başkalarıyla beraber yaşıyorsa, kurallara uyması lazım insanın yoksa ya başkaları zarar görür ya da kendisi. Bu açıklama trafik ışığını soran ve muhtemelen beş yaşındaki bir çocuk için ne kadar doğru tartışılır. Ancak cevaptan tatmin olmuştum hatta uzun bir diyalog geçmişti aramızda diye hatırlıyorum ama çok net değil hatıralarım. Ancak muhabbetin basık tavanlı bir arabada geçtiğine ve ayağımda pembe botlarımın olduğuna eminim…
Kırmızı ışık, durmayı öğrenmek için gayet makul bir metafor. Mesela toplumda yaşayan insanların ödevleri, hak ve yetkilerini düzenleyen sosyal düzen kuralları vardır ve bu kurallar insanların gerek birbirleriyle olan ilişkilerinde, gerekse toplumla olan ilişkilerinde, toplum yaşamının düzen içinde devam edebilmesini sağlarlar. Trafik ışıkları da bir nevi durmamızı sağlayarak sosyal düzeni sağlıyorlar. Tabi trafik kaos ortamı, tıpkı hayat gibi ve durmakta bazen sorun çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu nedenle ne zaman durup ne zaman durmaması gerektiği şoföre öğretilir ve aksi olduğu takdirde cezalandırılır.
Peki ya sana durmayı güzelleyen bu kadar çok insan varken ilk kim, ne zaman durmanı istedi diye sordum kendime. Cevabı bulmak zor olmadı. Gayet net bir anı belirdi zihnimde. Ölümün ne demek olduğunu öğrendiğimde küçük bir çocuk olarak hüngür hüngür özlemle ağlarken dur denildi. Küçük bir dostum vardı ve o bana, dur artık ağlama ölen insanlar bulut olur demişti. Ve o zaman gerçekten birden bire gökyüzündeki bulutlara bakarak durmuştum. Tefekkür ederek mi durmuştum? Açıkçası bu kadar hayal dünyasında yaşarken düşünmek pekte mümkün değildir yani o durmak düşünmekle ilintili değildi. Ara vermek için mi durmuştum yani yorgunluğu gidermek için? Hayır, öyle olsaydı bugün dahi devam etmezdi herhalde yahut hala aradan çıkmış değilim.. Mantıklı düşünmek için çaba sarf etmeden sorunca cevap bulabildim bu soruya, gerçi kısmen farkında olduğum bir cevaptı. O durmak nefes almaktı, soluklanmak, umut etmekti… Büyüdükçe, kurduğum hayaller arttıkça hep daha çok çalıştım. Hep bir çaba, hep bir koşturma içine soktum kendimi. Hani şu modern zamana ayak uydurmaya çalışırken kendisine kaybeden birey var ya, ben bazen o olabiliyorum. Ve kendi varlığıma dair bilincimi kaybettiğim o anlarda gökyüzüne bakıp, nefes alıp durmam gerektiğini biliyorum ama… Hayat o kadar ince çizgilerle donatılmış ki insan hep bir sınavın içerisinde buluyor kendisini. Durmak insanın en büyük ihtiyaçlarından biri olduğu kadar insanın en büyük sınavı da olabiliyor.
Yani diyorum ki, durmak her zaman için tozpembe bir ütopya mı verir bize? Bence hayır. Durmanın çok tehlikeli bir yanı var. Trafik ışığı meselesinde bahsettiğim gibi ne zaman nerede duracağımızı bilmezsek eğer o zaman bozuluyor o yararlı düzen. Mesela hayatımızın tiyatro sahnesinde sadece seyirci koltuğunda oturmak ve sadece durup izlemek hiçte üzerine güzellemeler yapabileceğimiz bir durum değil bence. Sadece kendi hayatımızın senaryosunda değil, konuk oyuncu olduğumuz yahut tiplemeden ibaret olduğumuz senaryolarda var. O senaryolarda etkisiz eleman olarak kalmak pekte övülecek bir rol değil. Mesela bir çocuk dövülürken yahut bir kadın öldürülürken ya da bir insan yok edilirken hatta insanlık hiç sayılırken durmak kişisel gelişim notları olmaktan çıkıyor… Yani mesela yedi yaşındaki bir kız çocuğu atalarının ait olduğu(?) sınırın ötesinde diye öldürülürken durmak pekte romantik bir hareket değil. Emine Bulut kızının çığlık sesleri arasında can verirken durup filme almak, televizyon karşısında bela okumak fiile geçmek değil. Yahut yıllardan beri hep bir bombardıman altında yaşayan ama sarı saçlı mavi gözlü olmayan halklar birer birer değil, biner biner öldürülürken durduğumuz yerden tweet atıp Selahaddin Eyyubi’yi beklemekte sabır değil… Ben mesela hep durdum. Cesaret, kararlılık yahut güç tüm bunlara karşı durmamak için ihtiyacım olan ne bilmiyorum. Her zaman kolayıma geldiği için durmayı mı seçtim yoksa hiç bir şey yapmayınca durmuş mu oldum? Bilmiyorum! Sonuç olarak durmamam gereken her anda durdum ben. Bizzat karşımda yaşatılanlara bile hep seyirci kaldım...
Durmak biz insanın sınavlarla yoğrulmuş hayatındaki ufacık ama çok etkili bir fiil. Bunu ne şekilde, nerede, ne zaman, kime karşı kullanacağımız ise irademize kalmış… Karar bizim yani, durmaya ne dersiniz?