Kendine yer edinmeye çalıştıkça kendini dipte bulan herkese,


G.S. anlamsız görüntülerin ve karmaşık seslerin rahatsız etmesiyle bunaltıcı bir sabaha gözlerini açtığında saat tam altı buçuktu. Üç yıllık serüveninden geriye kalan tek şey kendiliğinden altı buçukta uyanmak olmuştu. Üstündeki battaniyeyi ayaklarıyla iteledi, gece boyunca üstüne yatmaktan uyuşmuş sağ kolunu yastığının altından çıkardı fakat yataktan çıkmak istemedi. Evet, gün başlıyordu ama ne için? Üç yıldır gününün altı buçukta başlamasının bir sebebi vardı, neden hâlâ bunu sürdürüyordu? Alışkanlık bu, diye düşündü, benim artık biyolojik bir saatim var ve her sabah altı buçukta çalıyor. Ya da ben altı buçukta uyanmak için kurulmuş bir robotum, akreple yelkovan altıda buluştuğunda gözlerim otomatik açılıyor. Kendini robot olarak görmesi güldürdü onu. Üç yıldır robottun asıl kızım sen! Her şeyin saati belliydi, mekanikleşmiştin, nefes alıp vermen bile tik taklara denk geliyordu senin. Şimdi mi robot olacağın tuttu? Aman sen de, sanki keyfimizdendi! Sen ne bilirsin üç kuruşla geçinmenin ne menem bir şey olduğunu!


Yataktan çıktı, yatağını toplayıp elini yüzünü yıkamaya gitti. Mutfağa geçtiğinde saat yediye on vardı. Kim mekanik değildi? Üç yıldır mutfağa girmen bir dakika şaştı mı hiç, bir düşün bakalım. Buzdolabının kapağını açtı, uzun uzun baktı. Dolapta doğru düzgün bir şey kalmamıştı. Kiraya zam gelince ay sonuna yettirmesi gereken az bir parası kaldığından elindekilerle idare etmeye çalışıyordu. Ablası birkaç güne maaşını aldığında kendisi de biraz olsun rahatlardı. Dolaptan kahveyi alıp kapattı. Musluktan cezveye su doldurup ocağın üstüne koydu. Elime kendi emeğimin karşılığı geçiyordu bir kere. Kendi kazandığım parayı kendime harcıyordum. Kendime yetebiliyordum, yaşayabiliyordum. Su kaynadığında ocağı kapatıp bir dakika bekledi elli beş elli altı elli yedi elli sekiz elli dokuz bir. Suyu kaba boşalttıktan sonra tabureye oturdu, şimdi kahvenin demlenmesi için dört dakika beklemesi gerekiyordu. Ona yaşamak denir mi? Sen nefes almakla yetiniyordun sadece. Kendini avutuyordun, yetmek değildi o. İki yüz otuz beş iki yüz otuz altı iki yüz otuz yedi iki yüz otuz sekiz iki yüz otuz dokuz iki yüz kırk. Dört dakika dolduğunda kahvesini kupaya koyup kaçarcasına odasına döndü, sanki oda değiştirirse sesler susacaktı.


Kendiyle kalabilmenin imkânı olsaydı keşke. Kapıyı kapattığında, perdeyi çektiğinde tüm sesler, tüm gözler dışarda kalsaydı. Bir gün bile yeterdi ona. Durmanın önemini fark ettirebilseydi, gerekliliğini anlatabilseydi. Soluklanmak gerek. Derin bir nefes aldı. Soluklanmana izin vermeyen sensin. Boğazındaki eller sana ait, başkasının elleriymiş gibi davranarak sıyrılamazsın.


Küçük bir şehirden bu metropole geldiğinde on sekizine yeni girmişti. İlk kez üniversitenin kapısından girdiğinde kalbi duracak sanmıştı. Yapmak istediği bir sürü şey, ulaşmak istediği bir sürü insan vardı. O umudunu sürdürebilmeyi başarmış olsaydı tüm dünyayı olmasa da kendi ülkesini en kötü ihtimalle kendi çevresini kucaklamaya gücü yetecekti. İyi, güzel işler yapacaktı. Bir işe yarayacaktı. Pek çoğu hayalde kaldı. Sona yaklaşırken her adımda umutları sönüyor, çevresini kucaklamayı düşlerken gelecek kaygısı ve tüm korkuları onu kucaklıyordu. Bir iş bulabilecek miyim? Kendime bir yer edinebilecek miyim? İşe yarayacak mıyım? Var olmayı devam ettirebilecek miyim? Düşünceler onu kemirirken bir de baktı mezun olmuş, kapının dışına itilmiş. Diplomalı işsizdi şehirdeki ülkedeki bir sürü insan gibi. Kalabalığın arasında adının bir önemi yoktu, o da herkes gibiydi; bir şeyler yapmak için yola koyulmuş da virajın ortasında benzini bitmiş kalakalmıştı öylece.


Şehrine geri dönmeyi düşündüğünde evinin bunaltıcı dinginliğini hatırladı. Aynı kısır döngü içinde bir göz açıp kapamalık ömür. Evlenirdi belki, çoluk çocuğa karışırdı. Onların da sıkışıp kalmasını izlerdi elinden hiçbir şey gelmeden. Bunun için mi okudum ben? Bunun için mi gecelerce uykusuz kaldım? Emeklerimin karşılığı koca bir sıfır mıydı? Bir süre sonra idealistliğinin, hayallerinin üstüne toprak atmaya mecbur kaldı. Geçinebilse yeterdi. Kendisiyle hiç alakası olmayan işlerde çalıştı. İyi kazanıyor muydu hayır. Geçinebiliyor muydu evet. Bugünümüze şükür. Dönem dönem işsiz kalsa da hiçbir iş onu sarmadığından onsuzluk sarsmadı da, sonuçta oraya ait değildi. İşe yaramak, var olmak o alan içinde bir gereksinim değildi. İhtiyacı olan hayatını idame ettirebilmekti.


Bir gün hiç beklemediği bir anda yeni bir yol belirdi önünde. Hayatı boyunca kesişmelere, tesadüflere inandığından tereddütsüz ilerlemeye başladı o yolda. Yeniden karşılaşacağına ihtimal vermediği umutlarını ve hayallerini diri diri gömdüğü mezardan çıkardı. İşe yarayacağını ummak, bir şeyler yapabileceğini düşünmek bile yaşadığını hissettirdi ona. Yorgun ve yıpranmış kalbi, üniversitenin kapısından geçtiği gün gibi atıyordu aynı. Vardım ben bu dünyada, insanlara dokundum, bir işe yaradım. Ama elinde koca bir hiçle kaldın. Var olmak, işe yaramak için çırpınırken yok oldun. İş buldun da ne oldu? Yaşadın da ne oldu? Bak, yine başladığın yerdesin. Belki daha da dipte.


Sabah sekiz akşam altı mesaisi güne altı buçukta başlatıyordu onu. Hazırlanıyor, ayaküstü bir şeyler atıştırıyor ve yediyi çeyrek geçe otobüsüne yetişiyordu haftanın altı günü. Sabahları trafik çok olmuyordu ama akşamları yarım saatlik yolu bir saatten uzun sürede anca dönebiliyordu. Dinlenemeden yeni bir güne başlamak için kolları sıvıyordu. İşini hiç aksatmadı, hastalıklarını görmezden geldi. Hayatını erteledi. Aldığı maaş asgari ücret bile değildi. Yoruluyordu, yıpranıyordu, tükeniyordu ama olsundu, işe yarar bir şey yapıyordu. Elinden gelenin fazlasını yapıyordu, kimse onun şikâyet ettiğini görmemişti. O kadar çok koşuşturdu, o kadar çok hareket etti ki durması gerektiğinde nerede duracağını bilemedi.


Bir gün hiç beklemediği bir anda kendisiyle devam edemeyeceklerini söylediler ona. Açıklama bile yapmadılar, üzgünlerdi tabii kendisiyle çalışmaktan çok keyif almışlardı belki yeniden birlikte iş yapma fırsatını yakalarlardı kendisine iyi baksındı… Onlar için biri gidecek birisi gelecekti ama o, tüm hayatını bu işe yaramaya adamıştı. Okuduğu okullar, geçtiği yollar bunun içindi. Şimdi ne yapacaktı? Kalbin mekanikleşti senin, kalbin günden güne soğudu, dondu. İşe yarama arzun dondurdu onu. En son ne zaman güldün? En son ne zaman yaşadığını hissettin? Özünü yitirdin sen, kendi kendini varlığından ettin. Ama vardım. Ama şimdi yoksun.

İşsizliğinin ilk haftasında altı buçukta kalkmasını, aynı saat aynı dakikada aynı işleri hâlâ yapıyor olmasını yadırgamamıştı, kafasını dinlediğini kendi başına vakit geçirdiğini zannediyordu. Sonraki bir ay da altı buçukta kalktı, bu sefer işe yaramaya gidiyormuş gibi çıktı evden. Aylak aylak dolaştı sokaklarda. Bir duraktan başka bir durağa yürüdü. Parklara baktı, denizlere baktı, gülüşen insanlara baktı. Her gün önünden geçtiği yerlerden geçti bir bir. Durmadı hiç, seyir halinde devam etti. Ah bir durabilseydi! Yok, durursa insanlar bakardı konuşurlardı kaç yaşına gelmiş bir baltaya sap olamadın mı hâlâ derlerdi sen iş beğenmiyorsun alt tarafı okumuşsun bir sen mi işsizsin hem çalışıp da ne yapacaksın evinin hanımı ol kocan olur çocukların olur geçinip gidersin yerin yurdun belli olur derlerdi. Herkes her şey diyebilirdi. Annesi babası geri dön, oralarda bir başına ne yapıyorsun derdi, adını sanını bilmediği tanışlar kendi akılları yettiğince akıl verirlerdi. Herkes kendine göre haklıydı yani herkes bir noktada haksızdı.


İşe yaramayı, var olabilmeyle o kadar özdeşleştirmişti ki şimdi nefes alırken bile bocalıyordu. İşsizliğinin üstünden yedi ay geçmesine rağmen hâlâ yaşama adapte olamamıştı. Soluklanmak nasıl bir şey bilmediğinden aldığı nefes dahi batıyordu. Durduğunu düşünürken bile duramıyordu. Çarkın dişlisi işlevsizliğine rağmen dönmeye devam ediyordu. Durman gerek. Soluklanmak gerek. Ben vardım hâlâ da varım. Kimse görmese de bilmese de buradayım ben, varlığımı sürdürüyorum. Onun yerine yaşamı sürdürmeyi denesen?


Sesler sussa keşke. Başkaları denen cehennem sussa, aşağılayan ayıplayan acıyan bakışlar sussa. Benim zihnim de sussa. Sen başkası değilsin. Ama sen bir başkasısın, onların sözcüsüsün, onların yansımasısın. Beni boğan sensin, durmama engel olan sensin. Varlığımın tüm engeli sensin. Yolumdaki koca bir kaya, kafamdaki duvar sensin. Anlamsız görüntüler de sensin karmaşık gürültüler de sensin. Onların toplamısın sen. Benim dışımdaki tüm kesişim kümelerisin. Var olacağım ben, sana rağmen size rağmen var olacağım.


Var oldum ben, geçtim bu dünyadan.


Anlamsız görüntülerin ve karmaşık seslerin rahatsız etmesiyle bunaltıcı bir sabaha gözlerini açtığı günden sonra G.S. bir daha hiç altı buçukta uyanmadı.