“Anlamak için kendimi yok ettim” diye bir cümle okudum Huzursuzluğun Kitabı'nda. İnancımı, yalnızlığımı, korkularımı, acılarımı bir kenara bıraktım. Hiç hayatta olmamış birisinin biyografisiyim diye bahsettim. Sırf bir gün öleceğiz diye ben her dışarı çıktığım da şehrin gürültüsünü bastırmak için şarkı açmak zorunda mıyım? Her kediyi sevdiğim de üstüm başım tüy olduktan sonra pişman olmak? Ya da ne bileyim her okuduğum kitapta mutlaka omuz silken birisi olmak zorunda mı? Sırf yalnızlığımı bastırsın diye insanlara katlanmak şuursuzca koşa koşa eve gidip boş beleş vakit geçirmek. Hayatın da nefret ettiğin insanları, hayalin de ucu sivri ince bir çakıyla delip deşmek, uzuvlarını ayırdıktan sonra siyah bir torbaya koyup gömmek ya da yakmak. Kararsızım bu konuda ama sonrasında golden virginia tütünü sarıp içmek keyifli gibi.. Neyse tüm bunlar nefretini söndürmeye yetecek mi, ben hep başarısız olduğum sevgilerin nefrete dönüşmesini izleyecek miyim? Yaz sıcağında 37 derece güneşin altında sidik gibi bir birayla saatler ilerlesin diye güneş altında hayal mi kuracağım? Soğuk terler içerisinde geceleri kalp atışımı dinleyip bir gün duracağı günü mü düşüneceğim? Düşünebiliyorum ama düş ne onu da biliyorum. Mezar taşında adım yazsın istemiyorum artık. Rüyalarım da kanatsız bir melek istiyorum. Sucuklu yumurtayı kekikli pesto soslu makarnaya tercih ediyorum.

Çöpe atılmış bütün vesikalık fotoğrafları istiyorum. Şehrin en boktan kahvesini yapan ablanın ellerinden öpüyorum. Karısını öldürmüş bir adamın gururundan istiyorum!!!

Düşebilirsin

Çünkü biliyorum Düş n e biliyorum.